Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir dünyalı yaşarmış, sürekli düşünüp dururmuş; ne yapıyorum ben burada, burası neresi, bu masanın köşeleri neden bu kadar sivri, ben neredeyim?


Küçük bir çocukken her şey nasıldı, neden o kadar büyümek istememe rağmen şimdi çocukluğuma geri dönmek istiyorum. Ben bu dünyaya ne yapmaya geldim, insanlar benim hakkımda ne düşünüyor, ben niye bu kadar duygusalım, neden çizgi film izlerken bile ağlıyorum…


Bunların hepsinin bir adı varmış aslında, varoluşsal sancının ta kendisiymiş bu. Fiziksel bir acı yokmuş ortada, hiçbir yere ayak uyduramama, ait hissedememe hissiymiş bu sadece.


Dünyalı garip duygular içindeymiş, her yerde kendini aramış, olur olmaz şeylere anlam yüklemeye başlamış, artık keşfetmeliymiş kendini. Herkes her şeyi oldurabiliyormuş da, onda eksik olan neymiş.


Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş yanlışları doğru, doğruları da yok saymış. Bazen çok ağlarmış, ertesi sabah uyanıp aynaya baktığında gözleri balon gibi olurmuş. Tüm bu varoluş sancıları yetmezmiş gibi bir de ağlamaktan şişmiş gözlerinin açıklamasını yapmak zorunda kalırmış hep.


Sonra oturmuş kendiyle baş başa, gün doğmak üzereyken, düşünmeye başlamış; ben ağlamaktan şişen gözlerimin bile açıklamasını yapmak zorunda mıyım gerçekten… Ancak bu dünyalının dikkati biraz dağınıkmış, birden gün doğumlarının nasıl bu kadar büyüleyici olabildiğini düşünmeye başlamış.


Tam bunları düşünürken gün doğumu ilham olmuş ona, hayat inişlerle ve çıkışlarla hatta bazen çıkamayışlarla doluymuş. Darmaduman olduğumuz bazı geceler bile, gün tüm ihtişamıyla doğarmış, karanlıklar yerini her zaman canlı pembeliklere bırakabilirmiş.


Dünyalı sırrı keşfetmiş, bu karanlık geceler bile aydınlığa varıyorsa. Kendi karanlığı da aydınlığa kavuşabilirmiş, ancak o bir dünyalıymış, dünyalılar her şeyde anlam ararmış, her şeyin kendileriyle ilgili olduğunu düşünüp, hayatı kendilerine zehir ederlermiş.


Ama anlam aramak her zaman iyi gelmezmiş insana, bazen bir şeyler sadece olurmuş, dünyamız bazen kararırmış ama yeni bir gün hep doğarmış. Güneşin doğuşu dünyalıları bazen mucizelere inandırırmış.


Dünyalı tüm bunları düşünürken irkilivermiş, kahve siparişi sırasında olduğunu unutmuş birden;


— Küçük boy olsun lütfen…


Dünyalı kahvesini alıp oturmuş masasına ve düşünmeye başlamış;


Masaların köşeleri neden bu kadar sivri olur…