Ben bir savaş atıyım. Hayatımın yarısını başkaları için yaşar diğer yarısını yaşamak için başkalarına ihtiyaç duyarım. Koştuğum kilometrelerce yol, gördüğüm onlarca savaşçı, kaybedilen her bir muharebe beni bu yılgın güne getirdi. Etrafımda bir sürü canlı olmasına rağmen ben cansızı oynadım. Ne yaptığımı bilmeksizin içgüdüsel olarak bir kukla gibi hareket etmeye devam ettim, durmadım duramadım. Her savaşta birini taşıdım. Her zaman farklı duyguların, farklı zevklerin, farklı zihinlerin altında koştum. Farklı diller duydum, farklı zeminlere bastım, farklı yüzler gördüm.
Ben değişen yüzler ordusunun ulağıyım. Haber götürürüm, pis kanın döküldüğü toprakların kokusunu taşırım nalımda. Kirlenirim taşıdıkça. Kimsem olmayınca, taşıdıklarımı en yakın arkadaşım belledim. Çoğu savaşta kaybettim en yakınlarımı, yakın sandıklarımı.
Ben sıcak kanlı bir atım, küçük, canlı mizaçlı ve narinim. Genetik olarak böyleyim, böyle olmayı seçmedim. Çoğu savaş atıyla kıyasla kötü bir genetiğim var fakat savaşmak zorundayım. Duyguya yer bırakmayan muharebelerde kendimi kaybederim. Kılıç sesleri kulağımda patlar her adımda. 25-30 yıl yaşarım ortalama. Bir kılıç ile 10 dakikada. Ölüm ve yaşam arasında şaha kalkarım. Ölümle çok karşılaşmama rağmen beni yanına almadı. Başkalarını seçiyor. Bu konuda bile başarısızım.
Bir atın umudu yoktur. Onu, sırtında şakıyan kamçının umutsuzluğu yürütür. Bizim hikayemiz de biraz böyle...
-Sarhoş Atlar Zamanı (2000)