Kalbimizi kıran her nedenin sonrasında bir sonuç bulmak gerekir mi, diye düşünmek lazım. Sabah ışıklarının altında çayı yudumlarken mi daha yorucu oluyor gün, yoksa reddedilen hayallerin ağırlığı altında mı kahvenin tadı daha güzel? Yorgun anlar, işsizlik, yaşam kavgası denilen her acının sonunda bir umut emaresi saklı aslında. Kalbi kırılan her genç, zamanı geçen her yaşlı, cebinde son parayı sayan her anne, ekmek telaşında her baba biraz daha karartıyor geceleri. Sonsuzluk uzun bir yolculuk gibi geliyor her savaşçıya. Çünkü savaşmak kılıçla silahla yapılan değil etle tırnakla yapılan olunca anlam kazanıyor daha çok. Yorgun her yüzün ardındaki kırgın masumiyet biraz daha suçlu hissettiriyor ayları.


Yılları saymayı bırakan her vatandaşın saçlarındaki beyaz yolculuklar artıyor, yüzlerindeki çizgilerin gidişatı daha belirgin. Bir şeyler istemek daha imkansızken bir şeyler beklemek daha bir acı kahve tadında sanki.


Yılları ve yolları kısıtlandıran her parasızlık, o günün ekmeğine tamah eden bireyleri oluşturuyor. Konuşulanlar; siyaset, partiler, görüşler, din, dil ve daha nicesi her şey önemsizlik arz ediyor, umutsuz gençlerin ve ebeveynlerin yanında. Konuşmaya mecali olmayanın savaşmaya nasıl takati kalsın?


Umudu biz yaratırız, yoksulluğu cahillik.

Kalbi biz diri tutarız, kırgınlığı atalet.

Zamanı biz kovalarız, geç kalmayı umutsuzluk.

Hayat ağlamayla başlıyor, bir ekmek için savaşmayla geçiyor.