çok yanlış
çok kırılgan günlere aktıkça
anladım ki
hayat, memuriyetini sürgünde bitiren
orta halli bir öğretmenin
şakaklarındaki gölge gibi derin ve manalı
ama soru sordukça çıldıran
şairler kadar da anlaşılmaz.
buydu sabah serinliği
meramını yastığa gömülü başta sakladığın buydu.
rüzgara şarkılar söyleten
diline yapışıp, öksürdükçe sen
yerlere kelimeler düşüren
o hırçın çocukların gözlerindeki
uzun koridorlar değil miydi?
mademki rüyalara inanmayan
tanrılara inanmayan
kelimelerin bir ömrü
heder edebileceğine inanmayan
suskunluklar gizli mahzeninde
öyleyse, kılıcını kınından çekip alan
savaşçılara katıl
ve giderken bakma geriye.
herkese uzak yıldızları anımsatan
saçlarınla kapat gözlerimi,
uyuyalım bitsin.
ah nasıl kemiriyor geceyi bir ses
gece nasıl büyüyor ellerimizde
söz verdiğim gibi geldim
bütün merakımı yenip
sakallarımı kesmeden çıktım yola
yanımda, ilk terk ettiğim kentten kalan
paçalarımdaki tozlar
ve iç çamaşırlarına sinmiş ucuz otel kokusu...
her sabah kapı önünden geçen
o kadın sen miydin?
karşılıksız
her gün daha da sararan mektuplarına yeminli
soğuk aralık akşamlarının
tende kalan serinliğine vurgun
ama her denilene inanmayan
şüpheci yanıyla çok da olgun
şimdi üzgün olmak
tek başına açıklayamıyor artık sonumuzu
sen yine de böyle üzgün kal
durgun ve mahzun
susuz bir temmuz öğleni kadar bıkkın
...
uzak yerlerin gece yanan ışıkları
hüznümüze tebessüm eder
ve neden hiç soru sormaz
çatık kaşlarıyla
şehre giren askerler.