Saat gece yarısını aşalı çok olmuş, kesif bir sıcaklık yayılmış her tarafa. Nereden geldiği belli olmayan bir bebek çığlığı yırtıyor geceyi. Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Bazen, nefes alır gibi susuveriyor sonra dur durak bilmeden tekrar ağlamaya başlıyor ve yankılanıyor çığlığı evler arasındaki boşlukta. Belli belirsiz sakinleştirmeye çalışan bir anne sesi eşlik ediyor çığlığa. Çığlık ne kadar tiz, dehşetli ve ürperticiyse anne sesi bir o kadar usul, nazik ve güven verici.
Pamuk ipliğine bağlı gece uykusu bozuluyor, yatakta bir sağa bir sola dönüşler başlıyor ama yetmiyor. Buna bir de hırsını almak ister gibi yastığı kabartmak için vuruşlar ekleniyor. Lakin beyhude, gözlerin kapanmaya niyeti yok. Yastık dövüldüğüyle kalıyor. Hoşnutsuz, sert hamlelerin etkisiyle daha bir eziliyor. Debelenmekten olsa gerek susadığını fark ediyor ama kalkmak zor geliyor. İnat eder gibi boğazı kuruyor, yutkunamıyor. Kalkmaya karar veriyor, yalpalaya yalpalaya mutfağa yürüyor ve bir o kadar sersem hareketlerle dolabı açtığı gibi ilk şişeyi tutup dikiyor kafasına. İlk saniye bir şey yok ama ikinci saniyede bir şeylerin ters gittiği anlaşılıyor. Boğazı yanıyor, can havliyle şişeyi fırlatıyor. Su diye sirke dikilmiş kafaya. Öksürüyor durmadan art arda, gözleri de yan yatmış usul usul halıya akmakta olan sirke şişesinde. Öksürük ve usul usul halıya akan sirke arasında gidip gelen odağı başka bir sesle bozuluyor. Yorgun bir beden ağır ağır yaklaşıyor. Mutfağın ışığı açılıyor, yorgun bedenin sahibi önce yere iki büklüm oturmuş ve hâlâ öksürmeye devam eden ve gözleri öksürmekten ağlayacakmış gibi doluveren kişiye bakıyor sonra hala usulca halıya akmakta olan sirkeye bakıyor. Sirke inatçı akmayı sürdürüyor. Yorgun bedenin gözleri dehşetle açılıyor, bu manzara karşısında adeta donakalıyor. Şaşkınlığını üzerinden atıp bir çırpıda uzanıp sirke şişesini kaldırıyor. Kapağına bakınıyor ama umut yok. Dönüp nasıl oldu der gibi hâlâ yerde iki büklüm hâlde olana bakıyor. O ise gözlerini kaçırıyor. Birden acı bir ses daha çalmaya başlıyor. Dolap, kapağım neden hâlâ açık der gibi ortalığı velveleye veriyor. Yorgun bedenin sahibi kapıya doğru hareket ederken omzu üzerinden arkaya dönüp: “Nasıl olacak bilmiyorum ama hemen temizle, sabaha böyle görmek istemiyorum.” deyip ayağını sürüye sürüye uzaklaşıyor. Geride halıya dökülmüş sirke, iki büklüm olmuş ve ağzındaki iğrenç tattan dolayı dili dışarda bir şekilde kalıveriyor. Tam o anda fark ediyor sessizliği, bebek artık ağlamıyor. Sanki aniden bebekle birlikte tüm evrende susmaya karar vermiş gibi bir sessizlik…
Kalkıp hâlâ diit diittt diye öten dolabı susturuyor. Sirke şişesinin kapağını bulup şişeyi kapatıyor ve dolabın arkalarına kaldırıyor. Dolaptan bir su şişesi alıp ki bu defa su şişesi olduğuna kesinlikle emin olarak kafaya dikiyor şişeyi. Su dudağının kenarından akarak önce boynuna sonra tişörtüne damlıyor. O kadar susamış ki nefes bile almadan suyun 4'te 3'ünü bitiriyor. Nefes almak için duraksayınca dolabın hâlâ açık olduğunu fark ediyor. Dolabı kapatıp balkona geçiyor. Ne yapacağını bilemiyor, bir süre amaçsız ayakta dikiliyor. Neden sonra, balkonun soğuk zeminine oturup sırtını duvara dayamayı akıl ediyor. Zemindeki serinlik ürpertiyor ilkin, üşüyor gibi olsa da aldırmıyor bu hisse. Gökyüzünün hep aynı noktasında gördüğü yıldıza takılıyor gözleri, bakmayalı bir asır olmuş sanki. Geceler boyunca o yıldıza bakıp kurduğu düşleri hatırlıyor, düşlere de inanmayı bırakalı çok olmuş ya…
Alışkanlık bu ya sanki bir filmin başlat düğmesine basılmış gibi aniden gözleri kapanıveriyor ve zihninin perdesinde unutulmaya yüz tutmuş ne kadar hayal sahnesi varsa art arda oynamaya başlıyor ta zihni yorgun düşüp uykuya teslim olana dek.
Resim: Nova, Matt-2021