"Bir kitap okudum, dünyam değişti." demek ve dünyanızı değiştirmek için bu satırları yazıyor değilim. Ama bir kitap okudum ve birçok cevap aldım. Sorusunun dahi net olmadığı bu cevapların, sebebini arayıp tam olarak bulamadığımız iç sıkıntıların temelinde büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Bir bölümünden referanslarla bizlerden bahsetmek istiyorum.

Kitap, Engin Geçtan’dan Zamane. Kısa kısa makalelerden oluşan kitapta Geçtan, Türkiye toplumunun sıkıntılarından bireysel sıkıntılara uzanan derin ama bir o kadar yalın bir dille çözümlemeler yapıyor. "İnsanın kendi içindeki kargaşanın dış dünyadaki kargaşadan daha ürkütücü olduğu gerçeği hâlâ geçerliliğini korumakta." diyerek iç dünyamızı selamlıyor. Kitap, yaklaşık on iki yıl önce yayımlansa da bu gerçek hâlâ korunmakta. Ve bence çok daha şiddetli bir biçimde hissedilmekte. Günümüz Türkiye'sinde yaşanılan kültürel, politik, ekonomik ve toplumsal olumsuzluklar belirginliğini arttırdıkça bunlardan nasibini alan toplumun en küçük bireyine kadar etkileri kaçınılmaz hale geliyor. Özgürlüklerimizin kısıtlandığı şu günlerde politik özgürlüklerden, sosyal özgürlüklerden, ifade özgürlüklerinden bahsederken bireysel özgürlüğümüz geri planda kalıyor. Seçimlerimiz dış etkenler tarafından belirlendiğinden iç sesimizi duyamıyor, ona kulak veremiyoruz ve burada özerkliğimizden uzaklaşıyoruz.

Devlet tarafından düzenlenmiş yasalarla, toplum tarafından belirlenmiş normlarla ve ailemizle yapmış olduğumuz gizli anlaşmalarla yaşamaktayız. Davranışlarımıza, düşüncelerimize ve hatta duygularımıza yön veren bu dinamikler kimi zaman birbiriyle kimi zaman da kendimizle çakışıyor, kendimize yabancılaşıyoruz. Bu yabancılaşmanın getirdiği yük içimizde bir yumruya dönüşebiliyor, çözümleyemediğimiz zor bir duygu sarmaşığına dolanabiliyoruz. Bir aidiyet ortamı edinemediğimizde de bu yumru katlanılması zor durumlara bırakıyor bizleri. Özgür olma eğilimiyle geldiğimiz dünyada, seçimlerimiz engellendiğinde yahut yönlendirildiğinde bulanık hislere tutulabiliyoruz. Burada bahsettiğimiz seçimlerin bize ait olmadığını çoğu zaman fark etmesek de tutulabiliyoruz. Özgürlüğümüze yapılan bu müdahalelerin kimi masum gerekçelerle yapılmış olsa da bıraktığı izlerin masum olmadığını söylemek mümkün. Örneğin, Doğan Cüceloğlu’nun çok sevdiğim bir gözlemi var. Çocuklarımızı yetiştirirken aman onlara zarar gelmesin diyerek ellerinden tuttuğumuzu söylüyor, ne yapacak olurlarsa olsunlar. Bu çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında belki de ellerinden tutacak birilerini bekliyorlar ve burada özerk olamamanın ceremesi başlıyor. Özerk olamamış insan, kendini ortaya koymaktan utanan, kararsızlıkla savaşan, yapacağı şeyleri de kim olduğunu dahi bilmediği ötekiler için yapan bireyler olabilmekte. Bu durumdaki bireyler kendine ve hayata inancını yitirebilir, anlamını sorgulamayı bırakabilir.

Geçtan, kitapta V. Frankl’ın "varoluş vakumu" kavramıyla bu durumu açıklıyor. Varoluş vakumu kısaca kişinin kendi içinde bir boşluk hissetmesidir. Hissedilen boşluk başkalarının yaptığını yaparak ya da totaliter rejimin bizden istediklerini yaparak giderilmeye çalışılır. Herkesin içindeki vakumun genişliği farklıdır ve gidermeye çalıştığı yöntem de farklıdır. Kimisi para ile kimisi güç ile kimisi de ikili ilişkilerle doldurmaya çalışır. Binlerce şekilde olabilir. En nihayetinde doldurulmaya çalışılan boşluklardan sıyrılmaya çalışırız. Bu boşluğun belki en katlanılmaz tarafı beraberinde yalnız kalma korkusunu getirmesidir. Esir olmamak için bir kısmımız kendini ilişkiler ağına, sığ kalabalıklara atıyor. Kendimizi ötekiler üzerinden algılıyor ve kendimizi apaçık gösteremiyoruz, öteki şeyleri kaybetmemek için. Başarılı olamadığımızda yani ötekilerin algılarını gerçekleştirmeye çalışırken var etmeye çalıştığımız kimlikle bütünleşemediğimizde vakum derinleşebilir ve benzer kısır döngülerle kapatılmaya çalışılır. Son olarak yine Geçtan’ın farklı bir kitabından alıntı yaparak noktalamak istiyorum:

"Çünkü insan, yalnızlıktan da korkmuş ve diğer insanlarla birlikte olursa tehlikelerden korunacağına inanmıştır. Gerçekten de insan, başkalarıyla birlikteyken birçok şeyi daha iyi yapar. Ama kendi içinde yine de yalnızdır ve içinde yaşadığı dünyaya karşı yürekli bir savaşım vermek zorundadır."