Sen

Daha bir çok şeyin ne anlama geldiğini bilmiyorsun.

Fakat pek erken anlamak zorunda kaldın. Babanın kucağında etrafı habersizce seyrediyorsun, benim yüreğimde yaşayan bir şeyler can veriyor

Bunca kalabalık, birbirine dolanmış ağıtlar ve soğuk, sevgiden uzak gözyaşları.

Tüm ellerin acelesi var, ayaklar şaşkınca tepinmekte.

Fakat yürekler dingin.

Her kafa ne yapacağını biliyor.

Aksaklığa mahal yok.

Göğüsler hafif, suratlar çeyrek asık, seslerin ince bir hırıltısı var.

Bu rituel kitabına uyacak.

Ama bu yükü sen sırtlamalısın.

Bir zamanlar ulu orta olan, şimdi unutulmanın, vefasızlığın, hiç olmamış gibi olmanın, yokluğun yolunu tutan, yaşanan yahut düğümlenen,

adına artık ne demek istersen, sana ait.

İster bir ömür yüreğini bu ağırlığa ada

Ya da sen de kaldır at, koy bir çukura.

Senden başka kimse yükümlü değil bu yükle.

Omuzlar yalnız tabut için.


Benin canım yavrucuğum

Kınama bu ağızları

Sözcükler bugün yalnızca görevden ibaret.

Sanki başka ne işe yarardı.

Onlara görevleri biz veririz.

Onlar da usulca riayet eder bize.

İncinmek istersek, sürüye sürüye götürür bir ağızın önüne koyarız yüreğimizi. Layığınca çiğnesin diye.

Kulaklarımız ruhunuzu okşayan sözler dilenir bu ağızlardan.

Ama bilirsin en mazlum dilenci bile şefkate layık değildir 

[Ah şefkat dilenmek azrailimiz olacak....]


İşte benim canım yavrum, bugün sen

hiçbir öğretmenin öğretemeyeceği bir ders alıyorsun.

Her kapıyı vuran, her gönlü kuşatan, insanın ışığını bıçak gibi kesip alan, uğradığı yerde hareketsiz koyan, boğazlayan, görür görmez tutsak eden, sarhoş eden o hayaleti,

sen bugün yalnızlığı öğreniyorsun.

Ah ne korkunç, ne tarifsiz ne tartılmaz bir misafirdir o.

Davetsiz gelir.

Onu ağırladığını sanan, işgüzar, hinoğluhinler onu tarif ederken pek cüretkârdır.

Nasıl da caka sata sata gevezelik ederler.

Halbuki onu misafir edenin sözcükleri tükenmiştir artık.

Ne heveslidirler yalnızlıkla hasbihal etmeye, akılsızlar.

Onlar ancak

kendi kuruntularıyla düzüşmeyi,

o köhne mabetlerinde kendi diktikleri puta yalnızlık deyip tapınmayı

Sonra da

"artık biz ulu keşişler olduk" demeyi bilirler 

Ah ne kafirdir onlar.


Ama sen yavrucuğum

Bir çok ihtiyar ruhun, riyâkâr kesişlerin işgüzar çenelerin

henüz cenk etmediği bir canavarla cenge tutuşuyorsun.

[Ama ne mümkün onu alt etmek.]

Henüz kendini bile bulmadan,

Bir gün kucaklamadan sevginin o üryan halini,

Anneni toprağa veriyorsun

Ve

Bir daha eskisi gibi olmamayı

Yabancılığı, o iz bilmezliği ve kalakalmışlığı...

Sen o öksüz çocuğu kucaklıyorsun