Bazı eşyalar, insanlara bazen zamanı yavaşlatabiliyor. İşte şu an burada, bir ucuzluk mağazasının önünde, Uğur'un durup öylece vitrine bakmasına neden olan o eşyalardan biriyle karşılaşıyoruz. O zamandan beri kurmuş olduğu bütün duvarların şu an yıkıldığının farkında olan ve bunun siniriyle beraber yaşanmışlıkların bilinç dışı olarak gözünün önünden geçmesinin verdiği sarhoşluk, onu bir süreliğine bu dünyadan soyutladı. Uğur kendini çoğu zaman özetlediği şekliyle -ve şu an da- "burada görünüyordu". Bu durumu kendine çok yakın bulurdu çünkü insan her zaman bulunduğu yerde olmayabiliyordu. Kendince "burada olmak"ın alternatifi olarak geliştirdiği bir durumdu bu. Aslında buna sebep olan şeyi çok iyi biliyordu ama bu bilgi bir şeyin uzmanı olmak bakımından değil de düşmanını tanımak cinsinden bir bilgiydi. Duyguların insan üzerinde ne kadar etkili olabileceğini birçok gözlem ve okuma ile öğrenme şansı olmuştu. Ama bunca bilgi, büyük denizlerde, Siren'in şarkılar söyleyip mürettebatı etkisi altına alarak gemileri kayalara çarptırması gibi, duyguların onu ele geçirip mantıksız bir insana dönüştürmesine engel olamamıştı.


Sevgi, tatmamış olmak isteyeceği türden bir duyguydu. Bir kere savunmasızlığını ilan ettiğinde orası bir daha asla tamamen onarılmıyor, diye tarif ediyordu acizliğini. Halbuki belki de hissettiği şeyin sevgi olduğuna kendini inandıracak kadar da sahtekardı. Çünkü belki o da biliyordu ki yaşadığı şey apaçık öfkeydi. Kullanılmışlığın öfkesi. Uğur, durumu bu şekilde yorumlamaktan çekinmiyordu. Hayatının değiştirilmesini ve öylece bırakılmasını, kullanılmak olarak görüyordu.


Zeynep Uğur'un kız arkadaşıydı ve ikisi iyi anlaşan ve birbirlerini seven bir çiftti. Uğur'un her şeyi bir mantıklı nedene dayandırma eğilimine ve olayları çoğu kez olduğundan çok daha derin boyutlarda gören ve düşünen yapısının tam tersi olarak Zeynep, öylesine yaşayan biriydi. Yaşamın önemsizliğinden veya bu tür felsefi bir sebep bile değil zira Zeynep bu tür şeyleri saçma bulur ve insanların gittikleri yolları incelemeye vakit harcamak yerine o yollarda koşmayı isterdi. Yaptığı şeyi neden yaptığıyla ilgilenmez, nasıl eğlendiğiyle ilgilenirdi. Aklına bir fikir geldiğinde bunu kendi içinde tutarlı hale getirmekle uğraşmaz, söyleyiverirdi. Ve bu gibi bir insan herkesi tahmin edebileceği üzere Uğur'un hayatına ya hiç giremez ama girdiyse de epey şeyi değiştirir. Mesela Uğur o güne kadar hiç sardunyanın bir kokusu olduğunu tecrübe etmemiş ve onu koklama ihtiyacı duymamıştı. Sardunyanın kokuyor olması neden bu denli büyük bir şey olsun diye düşünecek olanlar için, Zeynep, Uğur'un yaşadığı evi çok sade ve ölü derecesinde bulduğu için ara sıra bazı hediyeler alırdı. Bunlardan biri de sardunya bitkisiydi. Uğur bu tür bir sorumluluktan ilk başta hoşlanmamış olsa da bir canlıyı hayatta tutabilmenin verdiği hazdan olsa gerek, bitkiye ısınmış ve onu da sevmişti. Ona dokunduğunda sanki cennetten bir bitkiye dokunuyor gibi hissediyordu. Hediyelerden biri işte bu sardunya bitkisiydi. Bir diğeri ise yine en az bu anıdaki kadar küçük ve uzaktan bakıldığında bir öneme sahip olmayan türden bir hediyeydi.


Her şeyde olduğu gibi ilişkisini de bir plan ve disiplin içinde tutmaya çalışan Uğur, yağmurlu bir akşam oturmuş pencereden dışarıyı izliyordu. O akşam için herhangi bir plan yoktu. Hayatın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sevgi gibi, acaba tatmadan anlamayacağı ve asla bilemeden öleceği kaç tane duygu var, kaç ayrı tecrübe var diye düşünüyordu. İnsanların bu tür şeyler yaşamasına sebep olan tesadüflerin belki de mucizeler olduğu gibi şeyler düşünüyordu. Tam o sırada kapı çaldı ve Uğur bunu bekliyormuşçasına hemen kapıya yöneldi. Kapıdaki Zeynep'ti. Sırılsıklam ve neşeyle gözleri parlıyor bir haldeydi. Uğur ilk olarak neden haber vermediğiyle ilgili sorular sormayı tercih etti ve Zeynep bunu duymazdan gelip Uğur'u öptükten sonra içeri girdi. Uğur istem dışı gülüşünü gizlemek için kapıyı kapatma bahanesiyle arkasını dönmüştü. "Sana bir şey aldım." dedi Zeynep. "Evimize çok güzel şekilde yakışacak bir şey." Evimize demiş olması bilinçli bir tercih miydi, diye düşündü Uğur. Hantalca poşeti yırtmaya çalıştı ve uzun bir çabadan sonra bunu başardı Zeynep, "Baksana, tam bizlik. Üzerinde ne yazıyor gördün mü?" dedi.


Ancak dükkandan çıkan birinin kendisine yanlışlıkla çarpmasıyla kendine gelebildi Uğur. Adam özür diledi ama Uğur daha yeni hayata döndüğü için karşılık verme fırsatı olmadan adam gözden kayboldu. Üçüncü sınıf barların veya asilerin duvarlarında bulunan türden bir posterde yazan üç kelimeye tekrar baktı. "Peace, Love, Music." kelimelerinin alt alta yazılmış olduğu ve hippi desenli bir arka plana sahip bir posterdi. Zeynep'in hediyeyi açtığı an aklında canlandı. "Üzerinde ne yazıyor gördün mü? Şeftali, aşk ve müzik yazıyor. Çok güzel değil mi?" Uğur o sırada hayatın ne olduğunu anlayamayacak durumdaydı çünkü bir vitrinin önünde hiç beklememişti. Oysa şimdi anlıyordu. "Orada şeftali yazmıyor, barış yazıyor." diye düzeltti. Zeynep'in şeftalili meyve suyu kutularının arkasında yazan Peach'i yanlış hatırlaması belki de Uğur'un hayatındaki en can yakıcı hata olacaktı. Ama bunun hakkında düşünmedi, zar zor yutkundu ve yoluna devam etti.