"Zaman asla affetmez’’ derdin dişi tanrılar edasıyla bana.

‘’Neyi’’ demeden elin ikide bir giderdi eşarbına, düzeltilmeyecek hüznünü düzeltmek için.

Eşarbının üstüne kül gibi düşen karları silkelerdin yağmasalar bile büyük bir özenle.

Uzun ve yalnız bir kıştan çıkmıştı İstanbul o sıralar.

Soğuktu, kimsesizdi ve kendini yıkardı soğuk sularında.

Beşiktaş vapurunun arka taraflarında gizli gizli öpüşmelerimiz, sigara içişlerimiz gelirdi aklıma;

Görevliler gelmeden atmıştın sigarayla gülüşünü boğazın derin sularına.

Ve boğaz gülüşünle alev alırdı veya bana öyle gelirdi, gözlerinin gülüşünde kaybolurken.

Yüreğimin en kuytu köşelerinde bıraktığın gülüşlerinden yaktın sigaranı,

İndiğimizde de sigaranın sonsuz aleviyle yanardı rıhtım, aynı ruhum gibi.

Rıhtım yanarken martılar derin parende ile uçuştu çığlık çığlığa baş ucumuzda.

Sendin bu rıhtımı yakan, üstelik yangın yeri bile değilken yüreğimin içi.

 

Uzun bir kış çöktü şehrimin kimsesiz çocukların üstüne,

Gülümsersen eriyecek gibiydi çocukluğum, büyüyecektim de sana doğru serpilen ağaçlar gibi.

Güldün, 

Eridi

Sana serpilen ormanlarım, 

Yandı işte çocukluğumun ağaçları, diktiler koca koca bulutlara uzanan binaları.

Buna da sevda dedi, kimsesiz çocukların babası.

 

Boğazına dolanan eşarp dışında, hiçbir şey sıkmayacak gibiydi seni,

Bu yangın yeri bile önemsizdi, uzun uzun sigaranı harlardın, sonsuz bulutlara doğru.

Sonsuz bulutlar eserdi senden bana, 

Benden sanaysa sonu gelmeyen kar taneleri.

Şehrimiz işte bu yüzden kara kışa bürünür, 

Şehrimin surları uzar giderdi gelmeyecek baharlara,

Hiç de gelmezdi o baharlar, 

Şehrim senden çıkmazdı, çıkmak da istemezdi kara kıştanşehrimin kimsesiz çocukları.

 

Şehir mi değiştirdi yoksa, sen mi değiştirdin bu şehri,

Akşamdan kalma sevişmeler şehrin sokaklarında, 

Kimisi de şehrin karanlıklarında boy boy çocuklar peydahlardı orospularımdan.

 

Senin eşarbın ilmek gibi benim boynumda, 

Arzularım dudaklarındaki ölen kar tanelerini hayata bağlatelaşında,

Ne yapmalı, ne etmeli de seni buna inandırmalı.

 

Kirpiklerine inen karlar mı bilemem ama ıslanırdı gözlerin belli belirsiz,

İnerdi alev alan rıhtımlara, sönerdi rıhtımım bir anda.

İnerdi oradan da boğazın buz gibi sularına.

Boğaz köpürürdü, içinde ne varsa ne yoksa kıyılara vururdu,

Kimi zaman tarihin unutulmuş yosmaları inerdi karaya,

Kimi zamansa; imkansız aşkları konu alan intihara meyilli aşkşiirleri.

Ama kimse söndüremezdi sigaranı, gözyaşların ancak dindirirdi yana yakıla martıların seslerini.

 

Hep kuytu köşelerin bulunurdu senin yüzünü

Kimi zamansa boş sokaklarda insan yaratmalarına şahit olurdum,

Üstelik bunu da çok iyi yapardın, 

Kendi boşluğunda bir şeyleri yaratmayı.

Bazen de boş evlere insansızlık yaratırdın, kalplerine de ‘’adalet’’ olsun diyerek Tanrıyı yaratırdın...

Usanmazdın yine yaratmalara, 

Bazen de hissiz insanlara his eklerdin,

 

Yarattığın şehirdeki insanları işte bu yüzden çıldırırdı;

Kimisi akıl hastaneleri yatırırlardın, doktorları uzun izin günleri olan.

Kimi hapisanelere mahkum ettirirdin, gardiyanları uzun uykusuzları dayananlardan.

Kimisiyse dört duvarlara hapsedip kendi parmakları bile olmayan parmaklıklar yaratırdın.

Sormama bile gerek kalmadan;

‘’Kendi özgürlüğünü keşfetmeli her insan’’ derdin, olmayan sigara dumanını havaya savururken.


Sen sadece boşluğun içini doldurdun uzaklara dalarken hepsini;

Bense kıskanırdım uzaklarını, yaratamazdım senden başka bir şey.

Yarattığımda ise senin bedeninde olurdu hepsi, senin kokunu sürünür, seni kıyafetlerini giyerdi...

 

Hep derdin bana ‘’beni dinleyecek biri yok, hele gözlerime bakıp gerçekleri söyleyecek!’’

Bense konuşamazdım sana, belki de ilkokul zilimin çalışı gelirdi aklıma,

Utanırdım sana, uyanırdım geç kalan derslere yatağımdan sıçrarcasına.

Söylemek yerine ölme cesareti gösterirdim bana her baktığında,

Hem de son dersime daha bir ömrüm varken.

 

Ne oldu sana, 

Ne yaptılar bunca uzaklarda?

Bilemem ama gizli gizli öpüşlerimiz kalmamış gibi düşlerinde, gözlerinde.

Uyandığım rüyaları unutmamak için, rüyalarımı böle böle yazdım olmayacak anıları aklıma.

 

Her şeye cevap verecek zaman gelirdi;

Zamana, Tanrı’ya, varoluşumuza, yok oluşumuza.

Ben yine bir çocuk edasıyla

Teneffüs zilleri eşliğinde gelirdim sana.

Sen de çocukluğumun gözyaşlarını gördüğünden midir bilemem ama

Ders aralarında başka başka adamları severdin, 

 

Geldiğimde, ya geç olurdun öpüşmelerinde ya da erkenden ıslanırdı dudakların,

Bu yüzden sana gelecek yollarım

Ya yanardı çatısı bile olmayan evlerim

Ya da sular seller basardı ekili mahsullerime.

Bana bıraktığında sonsuz susuzluk, sonsuz ateşler olurdu.

Hiç bitmeyecekler yıldızlar eşliğinde üstelik.