Avucunun içi gibi bilirdi bu şehri. Avucunun içi kirli ve nasırlıydı. Şehrin de bir avuçtan fazla bir yanı yoktu. Kararmış elleri, kuytu köşelerde üç kuruş için yarılmış karından akan bağırsaklar gibi kirliydi. Terlemiş elleri, kışın yırtılmış ayakkabının içine sızan yağmurdan çamura dönmüş balçıklar gibiydi. Ellerindeki nasırların hacmi günden güne büyüyordu. Tıpkı üç kuruş için boynu kırılana kadar çalışan işçilerin zengin patronları gibiydi. Günah tırnakların arasında birikmişti. Şehrin uğultusu yoktu, çığlıkları vardı. Her bir çığlık birer günahtı. Günahlar o kadar fazlaydı ki şeytan bir şef olsa senfonisi de bu şehrin çığlıkları olurdu.