Bugün derste, tezkirenin anlamını öğrendik. Hatırlamaya vesile olan şey anlamına geliyormuş. Hatta biraz daha açarsak, belli bir meslekte tanınmış kişilerin –tabii başta şairler olmak üzere- velîlerin, hattatların, mimar ve musikî ustalarının, hatta usta bir çiçek yetiştiricisinin hayat ve sanatından söz eden edebi türmüş. Her birini kelime kelime aklıma kazıdım anlamının. Sonra, kendi tezkire kitabımı yazmaya karar verdim ama karışık olacak biraz. Mesela sadece şairler değil ya da sadece hattatlar. Çevremde sanatını en derin icra eden kim varsa. Abi, sen beni dinliyor musun?

+Evet, Çiçek. Devam et lütfen.

-İşte ben şimdi seninle ilgili bilgileri ŞAİRLER başlığı altında mı yoksa ÇİÇEK YETİŞTİRİCİLERİ başlığı altında mı vereceğimi bilmiyorum. Ben senin doğduğun ayda en güzel rengini alan Atatürk Çiçeği’nin diğer adının Pontesya olduğunu, pencerenin iç pervazında daha mutlu olduğunu, Güneş ışınlarına maruz kalmadan aydınlığı sevdiğini, ona, ana vatanı Meksika ve Orta Amerika olduğu hâlde ülkemizde yetiştirilmesi için çalışmalar başlatanın Gazi Mustafa Kemal Atatürk olduğu için Atatürk Çiçeği denildiğini senden öğrendim.

Ben senden Hayyam’ı da öğrendim. Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Fuzuli’yi, Aristo’yu, Stefan’ı… Şiirlerindeki yalnızlığı, demokrasiyi, terk edilmeyi, umudu senden öğrendim. En çok da eskiyi… Sobayı, radyoyu, pikabı, cızırtıları, darbeyi, Köy Enstitüleri'ni… Bütün eskiyi… A buldum! Buldum, bulduumm. Antikacı. Evet evet, Antikacı.


Adam, incelediği kitaptan kafasını kaldırıp karşısında, raftaki bebekleri boy sırasına göre dizen, kahverengi saçları bukle bukle omuzlarında duran, sevimli, heyecanlı, meraklı kardeşine baktı. Sağ kaşını kaldırıp hafif bir gülümsemeyle başını iki kere salladı. Abisine öfkesini ilk kez kusabilecek cesareti, bu onaydan aldı Çiçek. Hız kesmeden ve cesareti gitmeden hem evde de onu susturacak anne babası yokken devam etti.


-Bana verdiğin son kitapta ‘İyi seçmeyi bilen bir antikacı’ diyordu Necip Fazıl. İşte o sensin. İyi seçmeyi bilen antikacı. En iyi acılar hep burada! Senin odanda. Şu aptal, eski kapının ardında. Evet, kabul ediyorum bu kitaplar, plaklar, bebekler, müzik kutuları, radyolar, pullar… Hepsi çok güzel. Ama acılar değil! Yeter artık abi. Şu kapıdan bir gün de sadece beden olarak çıkma. Ruhunu da taşı bedeninle kapının ardına. Bana ‘Çiçek’ deme mesela. Kalk, çık, bana yeni bir isim bulalım. Sana acı veren çiçeklerden sıyrılalım. Hangi baharın çiçeğiyse yokluğun, yok olsun o bahar. Bana başka bi’ isim bulalım. Lütfen..


Otuz kırk saniye kadar elleri abisinin dizlerinde, bir şeyler duyabilmek için bekledikten sonra, ellerini hızlıca çekip eski kapının kolunu öfkeyle büktü. Tüm bedenine hükmeden öfkeyle başını kendini tekrar elindeki kitaba teslim etmiş olan adama yönelterek:


- ‘Geçmiş günü beyhude yere yad etme / Bir gelmemiş an için de feryad etme’, diyor Hayyam. Haydi, ben bilmem senin çektiğin acıları –senin acılarının bana öğrettiği abisizlik dışında yok bi’ acım- Hayyam da mı bilmez?

Sen bu odadan ruhunla bedenin bir çıkana kadar, seninle şekerrengiz artık!

 

Adam kapattı kitabın kapağını, kız sertçe vurdu eski kapıyı. Mutfağa gidip ocağın altını yaktı. Çaydanlığın altına su koyup, ocağın yanan büyük gözünde kaynamaya bıraktı. Adam, kapalı eski kapının ardında kalakaldı. Çiçek’in hatırlattığı tüm kavgalardan, kayıplardan, terk edilişlerden, ihanetlerden, yiten umutlardan, debelenmelerden, düşüp yeniden kalkmalardan ve yeniden düşmelerden, günleri aşan uykusuzluklardan boğulmak üzereyken eski kapının kolunu kavradı ve gözlerini sıkıca yunup kolu büktü. Mutfaktaydı. Mutfak penceresinin iç pervazındaki çiçekleri sulayan kardeşine baktı uzun uzun.


- Çayın yanına ekmek de kızartalım mı? Ama biraz fazla olsun çok özledim hem annemler de gelir birazdan. Giderken senin okul çıkışına yetişeceklerini söylemişlerdi.

- Olur, olur tabii. Çok çook kızartırız evin ikinci yakışıklısı”

- Birinci?

- Babaaamm

- Ee şekerrenk miyiz, Çiçek hanım?

- Benimle bahçedeki Güneş seven çiçekleri sulamaya çıkarsan değiliz.

- Çaydan sonra çıkalım mı? Heh, ne dersin?

- Gerçekten mi? Birlikte mi? Bahçeye mi? Allahh derim, Allahhh.