Kalabalığın arasında uzunca bir yol yürüdükten sonra yorgunluğa daha fazla dayanamayıp gördüğüm ilk boş yere oturdum. Kafamı kaldırır kaldırmaz gördüğüm şeyin hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu anlayamadım. İstemsiz bir şekilde ısrarla bakmaya devam ettim. Gereğinden fazla baktığımın farkında olacaktı ki buna son vermek istediği her halinden anlaşılıyordu. Derken buna pekte gerek kalmadan çağrıldı. Kalkıp yanındakine haber verircesine kafasını salladıktan sonra içeri girdi. "Yanındaki" kim bilir onun için ne de güzel duygular ifade ediyordur. Zaten hep öyle olmamış mıydı? Bunca zaman ben hep bakışlarıyla kaplumbağayı evine kaçıran taraftım.
Daha fazla dayanamayarak ve yorgunluk hissetmeden kalkıp hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Cismin altında kalmış, ağırlığıyla ezilmiş herhangi bir nesne olarak görüyordum yine kendimi. Ağlamak istiyordum fakat bunun için çok yorgun hissediyordum. Yine. Kendimi yollara bıraktım. Ve nihayetinde sahil kenarında durup uzunca hir süre geçmişimi düşündüm. Beni bu ruh haline sokmaya hakkı yoktu hiçkimsenin. Bu yüzden biraz kızgındım yine.
Bu arada o hiçkimseydi. Beni tanımamış olması bile gayet normaldi. Çünkü kısa bir an onu tanımaya fırsat bulup sonrasında sonsuza kadar hayatından çıkmış biriydim. Ben zaten dünyadan ziyade kendi kafasında yaşayan biriydim. Böyle olmasına rağmen dönüp dolaşıp aynı kişide durmak bana artık acı vermeye başlıyordu. Ondan öncesi yoktu sonrasıda bana ondan başkasını hatırlatmıyordu. Belkide bu işkenceye son vermek için başkalarıyla oyalanmaya çalışıyordum. Ama bu beni daha çok içime kapatmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Telefonuma gelen bildirim sesiyle irkildim. Uzun süre konuşmadığım için ağzımda yine farklı bir tat oluşmaya başlamıştı. Telefonuma bakınca birden ona yazdığım ilk ve tek şiirim aklıma geldi. Oysa ben şiirlerden ve şairlerden oldum olası haz etmezdim. Yazmak için yazılmış şeylerdi çoğu. Tabi bu düşünceler ilk şiirimi yazarken benden oldukça uzaktaydı kısa bir süreliğine. Sonrada elime almadım bir daha kalemi.
Kendime daha fazla eziyet etmemek için kalkıp eve gitmeye karar verdim. Yolda gercekçi yanımın tekrar devreye girmesini bekliyordum. Çünkü bugüne kadar tanık olduğum hayatlarda insan insandan sıkılıyordu. Zamanla büyünün tesiri geçiyor hayat eski monotonluğuna bürünüyordu. Onunla farklı bir şekilde olsaydık da sorumlulukların bindiği omuzlarla günlük, hayati ihtiyaçlarını karşılama derdinde olan iki sıradan insandan daha fazlası olamayabilirdik belkide. Bu ihtimaller beni eylemsizliğe itiyor bakmaktan daha fazlasını yapmaktan vazgeçiyordum ki yapsamda karşılık bulmayacağı aşikardı.
Neyseki bu ruh halinden kurtulmanın bir yolunu bulmuştum yıllar içinde. Eve varır varmaz koltuğumda biraz dinlenip tutunacak tek dalıma yöneldim. Bu dal bir ceviz ağacının dalıydı. Çalmaktan nasır tutmuş parmaklarımla duygularımı yeterince etrafa saçıp bolca ağladıktan sonra kemanımı tekrar yerine koydum. Kuşkusuz beni hayata bağlayan tek varlık kemanımdır. İhtiyaçlarımı giderip uyumaya çalıştım. Yorgunluğun etkisiyle çok zor olmadı. Sabah kalkınca her şey şaşırtmayacak kadar aynıydı. Sabretmeye devam ettim.