''Sabırla sevgilim sabırla
acılarımız eşitlensin bu şehirde diye diye
bu şehirde etten geçip kalbe erişene dek sabırla.
tek, sabırla…''
-Birhan Keskin

Sabaha kadar anason ve tütün kokusunun derimize işlediği masada demlendikten birkaç saat sonra denk geldim Semra ile. Çökmüş omuzlarım, yanaklarımın üstünden fırlamış avurtlarım ve kıpkırmızı olmuş gözlerimden olsa gerek ilk bakışta tanıyamadı. Uzun uzun süzdü, ağır adımlarla yaklaştı yanıma. Az önce çiseleyen yağmur sanki tipiye dönüşmüştü, rüzgâr kemiklerime işliyordu sanki... Gözlerimin içine baktı:

"Dün beni aramışsın. Uyuyordum."

Sesini duymayalı, yüzünü görmeyeli hayli zaman olmuştu. Dediğini hatırlamaz davranmaya çalıştım:

"Dün mü? Saat kaçta?"

"Dörtte Bedirhan. Sabahın dördünde!"

"Kendimde değildim, kusura kalma. Zaten hep..." 

"Neyse işim var zaten, görüşürüz."

Kendinden emin adımlarla, tam kararında bir hızla uzaklaştı. Ardından uzun uzun bakakaldım. Bir kez olsun dönmedi, geride kalmanın sancısı yüreğimi derinden iğneliyordu. Fakat o bu sancıyı tanıyordu, üzülmüyordu bile halime. Acılarımız eşitleniyordu çünkü...

Eve döndüm, çok geçmeden telefon çaldı. Semra arıyordu:

"Bedirhan, neden sürekli arıyorsun? Açmıyorum işte, neyi zorluyorsun?"

"Kendimde değildim dedim ya neyi zorlayacağım. Zorladığım neyi değiştirebilirim?"

"Hayatımda farklı biri var ve mutluyum, artık arama Bedirhan!"

Yutkunamadım. Muazzam bir baş ağrısı ayaklandı beynimin daha önce hiç hissetmediğim yerlerinde.

"Semra, çok mu seviyorsun o çocuğu?"

"Evet. Bir insanın değerinin bilinmesi onu ne kadar mutlu edebilirmiş yeni öğrendim. Kaybetmemek için savaşmak neymiş yeni öğrendim."

"Anladım. Sana söz, yolum yoluna bir daha çıkmaz. Ama ne zaman istersen gel, seni hep bekleyeceğim."

"Bedirhan, unut bence artık beni."

Yaptığım hataların bedeliydi bunlar. Artık gelmeyecekti. Ama gidecek bir yerim de yoktu, olduğum yerde kalacaktım, kök salacaktım. Belki bir gün bir damla suya ulaşmak umuduyla...