Tarif edilemez bir boşluk duygusu. Öyle böyle değil. Yerine hiçbir şey koyamıyorsun dolması için. Zaten dolsun diye çabalamıyorsun da. Kocaman bir oda. Bu odanın içindesin. Tam merkezinde. Aslında bu oda sensin. Bir paravan yapıyorsun herhangi bir yerine. Odayı bölüyorsun. Biliyorsun, oda hâlâ kocaman, odanın hepsi hâlâ senin. Sen o odadasın. Aslında sen, o odasın. Böldün odayı ikiye herhangi bir yerinden. Duvar görüntüsü verdin. Boyadın her yerini siyaha. Odaya ışık girmiyor. Zindan gibi. İçine hiçbir eşya yerleştirmedin. Kapadın o yeri. Sadece sen biliyorsun. Tamsın. Aslında eksiksin de. Dolduramıyorsun o yeri. Dolsun istemiyorsun. Sadece görünmez kalmasını sağlıyorsun. Diğer bölüme eşyalarını yerleştiriyorsun. Bir odada ne olabilecekse koyuyorsun oraya. Koltuk takımı, orta sehpa, kitaplık, anne, baba, kardeş, sevgili, evcil bir hayvan... Kimse göremiyor diğer bölmeyi. Gizledin. Sende gizli. Çünkü sen o odasın. Kapını açtığın an içeri ışık doluyor. Aydınlığa kavuşuyor simsiyah alan. Ferahlıyorsun. Sonra kapatıyorsun o kapıyı. İçerisi zindan. Ağlıyorsun, hüzün doluyorsun. Düşünüyorsun. Kafanı duvarlarına vuruyorsun. Her yerin kan revan. Sonra yeter diyorsun, çıkıyorsun girdiğin o kapıdan. Işığın seni fark edilir kıldığı aydınlık alanda gizliyorsun yaşlarını, kanayan yaranı. Gülüyorsun. Aydınlık kısmın da var, zifirin de. İkisini de barındırıyorsun. Sen ikisisin de. Çünkü sen bir odasın. Bütününde siyah da var, ışık da.