Seni hiç öldüresiye dövüp ıssız bir sokağın en işlek caddesinde yüzükoyun yatarken terk etmemişler ki sen yaşamanın bedeli ne bilesin. En afili cümlelerle süsleyip insan içine çıkartmışlar seni, kalabalığın acıyan gözleri önünde hiç erimemişsin. Dağlar olmuş arkanda, dipsiz kuyular değil. Senin beni anlayabilmen için önce kırık aynalarda görmen gerek kendini. Sonra kırk kere düşmen. Tutunduğun dalların teker teker elinde kalması ve çiçek diye kokladıklarının dikenlerinin batması. Ağır olmalı zamanın. Geçmek bilmeyen saatlerde gözlerin takılı kalmalı ve uykuların daha çok bölünür olmalı. Yalnızlık sana sabah sıcacık kalktığın yataktan çıplak ayakla bastığın soğuk zemin gibi hissettirmeli. Kavga etmelisin mesela kendinle. Sonra af dilemelisin söylediğin her aşağılayıcı cümle için. Affetmelisin de, başka sığınağın yok çünkü, bilmelisin. Kapıların ardında kalmalısın defalarca ve hiç beklemediğin bir anda o kapıların açıldığını görmelisin. Yaşamak budur belki de, sadece kapıların önünde geçirdiğimiz zamanla ölçülür. Ama sen bilemezsin.