Yıkıldı bu şehrin duvarları biliyor musun?

En yükseğine çıktım şehrin bir akşamüstü…

Asumana ses ettim, esen yele ses ettim

hiç duymadığım kadar senin tarifindeydi sessizlik

sen gittiğinden beri...


Öfkem avucumda ter olmuş gözlerin hangi ruhsuzda can bulmuş

Bir âh u vah mı şimdi asırlardan kalma yük

Ki söylerim, hasretim... kan dolu bu gözlerim

sen gittiğinden beri...


Bir ayrılık türküsü şimdi çıkmaz vakitlerde

Senden kalmayanlara söylenir durur

bizi de yazarlar eski defterlerin son hanesine

ve imkan yoktur masmavi hayallere

Sen gittiğinden beri...


Bir ‘ah’ etsem yıkılır o heybetli dağlar.

Bakma sessizliğime, içimde kopan ne vaveylalar var.

Hasretim! sefandan çok ettiğin cefan var.

Her şeye rağmen gece-gündüz yolunu izleyenler var.

Sen gittiğinden beri…


Nereye sığar hasreti yük edinmiş biçare bedenim?

Nerede sabah eder söyle, Kerem gibi gezen meftun halim?

Saymıyorum ölüp ölüp dirildiklerimi.

Saymıyorum verdiğin sözleri, 

Zira biliyorum durmuyor sözünde hiçbir zalim.

‘Vah’ olsun bana ki bir benmişim sevdanın yetimi.

Sen gittiğinden beri


Küskünüm şimdi güne, aya, yıla, zamana…

Yüzümü yine döndüm ölü gibi yatan şu Marmara’ya

Dilimde hüzzam makamından bir parçayla sesleniyorum sana.


Sen gittiğinden beri.


Ve masada duran son sigaranın ateşidir senden miras kalan bana.

Bu şehir hasta, bu şehir karanlık, acı kusar köşe başları, 

bir umut bekçisi, bir inandırılmış asker…

Yaşamak daha bir zor şimdi bu şehirde

Ve yeniden sevebilmek; bir bakışta

ölümsüzlüğe kanmak gibi kolay değil artık

Sen gittiğinden beri...