Yenileştikçe eskiyen bir dünya

Bir sen yitirmedin içindeki o savaşçı iyiliği

Ellerinden çalınan hatıralarını bulamayız

Yüzümün kızarmadığına bakma

Utanıyorum

Burası artık sana göre bir yer değil Nilüfer

Dünyayı senin yanına yakıştıramıyorum


Süpürüldükçe eskiyen bir gri parke,

basıldıkça aşınan o soğuk eşik gibi bakıyor gözlerin artık

Heybetsizleşmişsin ışığını da söndürmüşler

Oysa gözlerin bir köye gaz lambasıydı

Kar beyaz ellerin çorak tarlamıza başkalıktı

Burası

Artık

Sana göre bir mesken değil Nilüfer

Çekip çıkarmalı seni artık o masum ölüm

Başlamadan kalbini mızraklayan o sefer


Başlarsa, yenilmeyeceğim

Dedim

Çığırından çıkmış gözlerinle daha fazla baş edemedim

Yüklendi sırtıma bir zorundalık gibi taşınmaya değer aşkın


Bir pınardan içime içime dökülen düşlerin azameti kadar çığırından çıkmıştı gözlerin

Zelzeleden üstüme üstüme yıkılan düşlerin azameti kadar


Ama yenilmedim

Kırmadım çömlegini gönül soframdaki aşın

Işımadım sana, ışıyamadım yanında

Sabahı da ben bekledim geceyi de


Nazım geçmedi

Sitemim söndü daha o mor rüyadan da evvel

Kinin benim kalbimle tanışıklığı olmadı bir türlü

Çözemedikçe dolaştı düğümlerim


Adı bir türlü konamayan ağrı

Te şuradan tüten çıra kokusu

Ilığa acısını sunamayan sanrı

Varamayan ve varamayış

Benim kendime zulmümdendir

Kendime yenildim


Avludaki saksını götür Nilüfer

Ellerinin nakışını unuttur

Sendeliyorum

Kül tozutan bakışını unuttur


Neden hâlâ

Hâlâ ve halâ

Bozulmuyor gözlerindeki büyünün tılsımı

Tükeniyorum

Gözlerinin rengini unuttur

Ölümü hatırlat, iniltileri kazı, yeşermişi soldur

Yalvarırım nilüfer, gözlerinin rengini unuttur


Yalnız

Yüreğinin kesiklerini bilen bir düş kapanın kalayım

Sen de hatırlayacaksan böyle hatırla beni