Bir bardak kahvesini doldurup biraz da süt ekledi. Koyu kahvesini içerken gözlerine bakmamaya çalışıyordu...

O kadar uzun zaman kaçırmıştı ki gözlerini,

soluksuz kalmaktan korkuyordu...

Bir bakışın insana neler yapabileceğini öyle güzel - sıra dışı bir biçimde deneyimlemişti ki;

Beterinden korunmak istiyordu...

Aslında bakıyordu da.

Küçücük bakışlar flaş patlaması gibi. Kısa ve net...

O bakışlarla, o insanın içini müthiş bir güzellikle dolduran tebessümle karşı karşıya gelmişti ve onların kendisine neler yapabileceğini farketmişti. İçinde, derinlerinde hissediyordu, bu duyguyu..

İnsan aşktan korkar mı?

Korkuyor...

Neler yapabileceğini, nasıl güzellikler vereceğini ya da tam tersi nasıl uykusuz -soluksuz bırakacağını biliyordu...

Hani şimdi acıyı mı tarif edelim:

Peki..

Bak şimdi iyi dinle, hani ölüyormuşsun gibi

o hissi tahmin edebilirsin tabi ölüme yaklaşmış olmakla da ilgili biraz..

yani ölsem böyle hissederdim gibi bir duygu hali..

Bir huzursuzluk bir dert ama ne dert..

Ölmüyorsun da hani garip işte..

Yaprakların var diye düşün binlerce yeşil, yeşil hani, onlar kopuyor kopartılıyor ve sen görüyorsun öyle bir his...

Korkmaz mı insan?

Korkuyordum, çok hem de..

Sarılıyordum her gördüğümde öyle bir histi ki;

evine gelmişsin gibi ya da evin sana gelmiş gibi..

Hani sarılmak işte basit değil mi sizce..

Yok yok öyle değil şöyle söyleyim aç kulaklarını dinle duy, hisset...

Sen onu sarılmak sanmışsındır...

o kadar yani..

Sonra ne mi oldu?

Anlatmayacağım..

Kahvelerimizi içtik yine, o sütlü ben koyu sade...