İçimdeki çocuk muhtaç belki de hatalara. Belki biraz düşüşlere, sahici düşüşlere. Dizlerinin tekrardan yara alıp kabuk bağlamasına, o kabukları soymamak için verdiği çabaya, çaba vermesine rağmen yarayı tekrar tekrar kanatmasına muhtaç belki. Belki yatak üzerinde dans etmelere. Yağmurlu bir günde, su birikintisi gördüğünde üzerinde zıplamaya, sokaklarda kimseyi umursamaksızın gülücükler saçmaya ve hatta gözyaşı dökmeye, belki en çok “çocuk o daha” anlayışlarına. Sıcak bir yuvada şımartılmaya. Günün aydınlığında gözünü açtığı vakit yanı başında yeni bir oyuncak ile karşılaşmanın verdiği o heyecan ve hevese. Bütün gün gökyüzünü izleyebilme imkanına muhtaç belki. Annesinin elinden tutmasına, yusufçuk bulunan yüzüğünü takmaya, aynalara baktığında sadece kendini görmeye. Tek kaygısının gece evde ailesi uyumuşken gizli gizli çizgi film izlerken yakalanmak olmasına muhtaçtır belki içimdeki çocuk. Günlüğüne; “Hayat, çocukken sandığım gibi değilmiş.” yazmamış olmaya muhtaçtır. İçindeki en saf duygular ile, sakınma olmaksızın günlüğüne yazdığı herbir şeyi şimdi de yazmaya muhtaçtır zannımca içimdeki çocuk. Şimdi? 

Zaman zaman içimi kemiren, zaman zaman ise en içten gülümsememi bahşettiğim farkındalıklar var şimdi. 

İnsan olmanın getirdiği o çetrefilli hissiyatlar var. 

“Hayat” diye söze başlanıldığında, derin nefes alış-verişleri var şimdi. 

Yaş almış bir insan görüldüğünde hüzün var, 

Hüzün, her yerde var şimdi. 

Çocukları uzun uzun izlemek var. 

Belki sarılmayı arzulamak var herbir insana. Kucaklamak isteği insanlığı. 

Kendini. 

Birikenler var.

Hep doğduğunu düşünmek var. 

Ölüm var. 

Ölüm hep vardı gerçi. 

Ölüm üzerine daha çok düşünmek var şimdi. 

Sayısız ihtimaller arasında bir karar verip kendi kararlarının sonuçlarını yaşamak var. 

Yaşamak, var?

Yaşamak üzerine düşünmek var. 

Yaşamak üzerine çalışmalar var. 

Aramak var yaşam boyunca. 

Anneannenisinin “arayan bulur, inleyen ölür.” cümlesinin üzerine uzunca düşünen bir ben var şimdi.