Dolunayın yeryüzünü aydınlattığı bir gecede bir adam, evinin kapısını hızla çarparak koşmaya başladı. Elinde bıçağı ve yalın ayakları ile durmadan, dakikalarca koşmaya devam etti. Şehrin merkezine doğru koştu; kalabalıkların, arabaların olduğu caddelerden geçti. Aradığı yer, tenha bir yerdi. Onu gizleyecek, onu koruyacak bir tenhalıktı aradığı. En sonunda bir parka vardı. Göğsü yerinden çıkacak gibiydi. Nabzı korkudan, koşturmaktan kim bilir kaç atıyordu! Kimse o saatte Bay Thomas’ın orada o hâlde ne işi olduğunu bilmiyordu, kestiremiyordu. Elindeki bıçağı görenler bir, iki dikkatli bakış sonrası ondan uzaklaşıyor ya da yolunu değiştiriyordu. Onu bir katil, bir aranan olarak görüyorlardı belki de. Polise kimse haber vermeden oradan uzaklaşması ve saklanması gerekiyordu. Onu bulmamalıydı eğer bulursa yine, yine…
Düşünmek istemedi, etrafına bakındı ve bir yer aradı. Gelen yoktu, takip eden de olmamıştı. Parkın en tenha yerinde, en tenhadaki banka bacaklarını karnına çeker vaziyette oturdu. Bir sağa, bir sola bakıyor sanki arayan yahut aranan bir adam gibi aralıksız bu hareketi tekrar ediyordu. Tedirgindi, bir sağa bir sola sallanıyordu. Hava soğuk olmasına rağmen terliyordu, hemen sonrasında bir soğukluk buluyordu onu. Belki de bir nöbetti…
Parkın bu zifiri karanlığının onu saklayacağını düşünüp içini rahatlatmaya çalışıyor olsa da bir ses, en ufak bir çıtırtı onu yerinden ediyor ve içinde korku fırtınaları kopmasına sebep oluyordu. Bir ayak sesi duydu önce sonra bir silüet görmeye başladı. Giderek yaklaşan bir silüet… Geliyordu, geliyordu, geliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Elleriyle göğsünün sol yanına bastırıyor, böylece yüreğindeki korkuyu yenebileceğini düşünüyordu. Az kalmıştı, daha da yaklaşıyordu. Gözlerini yumdu, “Eğer gelen o ise ya eğer ölmedi ise…” diye düşünerek elindeki bıçağı sertçe kavradı. “Ona son bir darbe indireceğim ve işini bitireceğim o alçağın!” diye söylendi. Birkaç adım, hissediyordu, birkaç adım kalmıştı silüetin ona ulaşmasına. Artık ne korkusunu kontrol edebiliyordu ne de aklını. Bir sessizlik… Silüet emin olmak, karşısında duranın Bay Thomas olup olmadığını anlamak istiyordu belki de. “Şimdi işini bitireceğim senin adi herif!” çığlığı ile silüetin sahibine doğru hamle yaptı. Silüet ondan daha hızlı davranmıştı, Bay Thomas’ın bu hamlesinden kurtulmuştu.
— Tanrı aşkına Bay Thomas, ne yapıyorsunuz! Benim ben Jack. Bu hâliniz ne böyle, bu bıçak da ne böyle? Üstelik yalın ayaksınız!
“Ben Jack, ben Jack, ben Ja…” zihninde durmadan tekrar ediyordu bu cümle.
— Jack, demek sensin, oh Tanrı’m! Beni bağışla! Ben, ben seni o sandım, yine, yine…
Bay Thomas bu cümleden sonra dört kolla karşısında duran adama sarıldı. Bayılmak üzereydi, ayakta zor duruyordu. Kurbanını arayan avcı gibi ya da avcısından kaçan kurban gibiydi. Telaşlıydı, ürküyordu.
— Kim, kim sandınız Bay Thomas? Neler oluyor böyle, hem bu bıçak neyin nesi! Lütfen şöyle oturun, anlatın. Şu bıçağı da bırakın artık!
Jack soğuktan ve korkudan titreyen Bay Thomas’ı banka oturttu ve ceketini uzattı.
— Ben, ben, be, ben… Buraya nasıl geldim hatırlamıyorum.
— Sakin olun ve neler oldu anlatın lütfen. Hem eşiniz Marie ve oğlunuz Nicholas sizi merak etmiştir. Belki de haberleri bile yoktur.
— Öldürdüm onu Jack, sanırım öldürdüm. Her gün, her gece, her an üzerime karabasan gibi çöken ve de bana dayanılmaz sancılar veren o aşağılık herifi öldürdüm.
— Aman Tanrım, neler söylüyorsunuz? Kimi, kimi öldürdünüz, nasıl…
— Ben defalarca anlatmaya çalıştım, defalarca karıma ve oğluma o adinin yaptıklarını göstermeye çalıştım. Ama onlar bana deliymişim gibi bakıyorlardı ve alay ediyorlardı. Tanrı aşkına, İsa adına sen dinle beni, dinle de yaptıklarım nasıl doğru gör. Sonra da sen söyle Jack deli miyim, değil miyim sen söyle!
Jack sadece yutkunuyordu. Söylemek istedikleri boğazına diziliyordu. Bay Thomas hararetle sözüne devam etti.
— Onunla -o adi ile- karşılaştığımız günden beri içimde inanılmaz bir korku, bir sessiz çığlık vardı. Onunla karşılaşınca sanki içimden bir şeyler çekiliyor, bir ürperti bütün bedenime hücum ediyordu. Tamam, geçecek desem de hiç para etmedi, nafile. Üstelik bunlar yetmezmiş gibi beni her gördüğünde gülümsüyor hatta kahkahayı basıyordu. Bunu bilerek yapıyordu. Evet, o aşağılık bunu bilerek yapıyordu! Evet, bilerek çünkü onu her gördüğümde ne hâle düştüğümü görüyordu, eğleniyordu. Tehditleri de, durup durup karşıma çıkmaları da hiç bitmedi. Ona bana neden böyle davrandığını sormak için defalarca hamle yaptım lakin o, o hep gülüyordu. Bedenime, aklıma hatta her hücreme kahkahaları ile korku salıyordu. Biri mi geliyor Jack, belki odur, ölmemiştir! Bir ayak sesi duydum sanki. Ya ölmediyse! Off! Tanrı’m, bana yapacaklarını bile düşünmek bile bu kadar korkutuyorken…
Jack, Bay Thomas’a baktıkça daha da şaşırıyor, onun gibi bir adamın nasıl birini öldürmeye çalıştığına anlam veremiyordu. Onu senelerdir tanıyordu. Karısı ve oğlu ile sakin bir hayat süren, bir şirkette çalışan bir adamdı. Karısını da, oğlunu da çok severdi. “Neden böyle bir şey yapsın, neden onları yalnız bıraksın. Hem karısı ve oğlu neden dinlemedi ve ona mani olmadı.” diye aklından geçiriyordu.
— Hayır, hayır! Kimseler yok Bay Thomas.
— Artık karar vermiştim. Bu saçmalığa son verecek onu öldürecek ve her şeye son verecektim. Korkularıma, sancılarıma, titremelerime, nöbetlerime… Yoksa delirecektim. Ailem bile anlattıklarıma inanmıyorken, beni deli sanıyorken kimi inandırabilirdim ki kendime! Bir hafta boyunca, her gün, her gece, her an yaptığı her şeyi takip ettim. Nerede ne yaptığını, ne zaman yemek yediğini, nasıl oturduğunu, kaçta yattığını, kaçta kalktığını yani her şeyi işte anlayacağın… Geçen bir hafta boyunca onu gördüğüm her an bana zulüm olsa bile buna dayandım, dayanmaya çalıştım. Bunu bilemezsin Jack, bilemezsin! İnsanın ruhu bedeninden çekilir gibi olunca ne hisseder bilemezsin. Bak, bak bu sana saçma geliyor olabilir, ne yapmış olabilir ki diyebilirsin. Bir gülümseme alt tarafı diyebilirsin. Ama onun o gülüşü, o iğrenç, sinsi bakışı, takındığı maske ve herkese masum görünmesi… İşte bunlar beni deli ediyordu Jack. Tanrı aşkına ben deli değilim!
— Elbette değilsiniz Bay Thomas, sakin olun.
Jack onu sakinleştirmek ve de sonrasında ailesine hatta gerekirse polise haber vermek istiyordu. Ama önce Bay Thomas’ı ikna etmek gerekiyordu.
— Bir haftanın sonunda karımın ve oğlumun evde olmadığı bir gecede işini bitirmeye karar vermiştim. Bu kadar takip yeterdi. Resmen usta bir katil gibi düşünüyor, plan yapıyordum. Bir görseydin Jack!
Gülüyor hatta kahkaha atıyordu. Bu tavrı Jack’i ürkütüyordu. Temkinli olmaya itiyordu.
— Bu sabah karım ve oğlum bir okul gezisi için iki günlüğüne şehir dışına çıktı. Bütün gün odamdan çıkmadım ve yapacaklarımı tasarladım. Bıçağımı da hazırlamıştım. Hatta onu parçalamam, saklamam gerekirse diye çuvalları bile hazırlamıştım. Arabam zaten bir haftadır kapıda hazır bekliyordu. Pek tabii cesedi evde tutamazdım. Komşuların sesleri, çığlıkları duymaması için hızlı davranmalı ve bir an önce işini bitirmeliydim. Karanlık çökmüş, dolunay belirmişti ve ben avına hazırlanan bir kurt gibi yol alıyordum. Tanrı’m ne heyecandı ama!
Bunları duyan Jack geri çekiliyor ve içi ürperiyordu.
— Sessizce bulunduğu tarafa yöneldim. Oradaydı, her zaman durduğu yerde yatağın kenarında öylece oturuyordu. Bir haftadır takip ettiğimden ötürü bu saatte odada olacağını biliyordum. Belimdeki bıçağı yavaşça kavradım. Kalbim milyon küsür atıyordu belki de. Birkaç adım kalmıştı; ondan kurtulmama, sancılarımın bitmesine birkaç adım kalmıştı. Nefes alıp vermeyi bile bırakmıştım. Işığı da açmadım, farkına varırsa kaçabilirdi ya da belki de o beni öldürebilirdi. Aklımdan milyonlarca düşünce geçiyordu Jack. Gülüşü, aşağılık sırıtışı, masum görünen maskesi, takındığı o tavır… Evet, hamle yaptım ve de bir bıçak darbesi ile onu yere yığdım. İşini bitirmem daha kolay olacaktı artık, yere düşmüştü bir kere. İkinci bıçak darbesi, üçüncü, dördüncü, beşinci… Ölmüştür dedim, bu kadar yaraya kurtulamaz dedim ve yüzünü çevirdim. Tanrım, kahretsin hâlâ gülümsüyordu Jack. O kadar bıçak yarası… Delik deşik olmuştu ama hâlâ gülümsüyordu. Delirmek üzereydim. Onu kaldırdım ve camdan attım Jack! Evet, camdan attım. Bahçeye koştum sonra ama delirmek üzere değildim, delirmiştim. Gördüklerimden sonra delirmiştim. Hâlâ bana bakıyor ve gülümsüyordu. Anlayamıyordum, buna oğlum nasıl dayanıyordu. Her gün odasında gördüğü o adi oyuncağın o korkunç palyaço suratına nasıl dayanıyordu Jack!
— Bay Thomas, siz oğlunuzun oyuncak palyaçosunu mu öldürdünüz?
— Evet, belki de ölmedi Jack. Tanrım ya ölmediyse! Ben deli değilim! Jack, sen söyle ben deli miyim?