Mete ile evliliğimizin 6. ayıydı. Yarın yokmuşçasına yaşaması beni çok fazla rahatsız ediyordu. Fazla umursamaz ve sakindi. Onunla tartışmaya başladığımızda haksız taraf ben olsam bile susan ve sakin kalan taraf o oluyordu. Sürekli aynı giysileri giymesini, sanki Lidyalılar parayı icat etmemiş, paranın hayatta hiçbir önemi yokmuş gibi davranmasını da artık kaldıramıyordum. Sanki kendisi dışında hiçbir şeye önem vermiyordu. Adeta bir Mandıra Filozofu'ydu. Ne zaman ona bir sorunumu anlatsam dediği tek şey “Takma bu kadar, hallolur.” cümlesinden fazlası değildi. Sorunlarımı çok önemsemese de bu onun bana özel olarak uyguladığı bir davranış değil; direkt olarak hayat görüşüydü. Beni sevdiğini ve önemsediğini biliyordum. Beni asla sevgisiz bırakmıyor, her zaman sıcak kollarıyla beni selamlıyordu. Herhangi bir tartışmamızda sürekli sakin kalmasının sebebini ise gamsızlığına değil bana olan sevgisine bağlıyordu, fakat ben pek inanamıyordum. Dediğim gibi, ben onu iyi tanıyordum.


Cumartesi günüydü, Mete ile güzel bir kahvaltı etmiş sonrasında da televizyondaki saçma sabah programlarından birini izlemeye koyulmuştuk. Gün daha yeni başlamış olmasına rağmen daha şimdiden ikimiz için de sıkıcıydı. Mete’nin de sıkıldığını fark ederek: “Bugün bir yerlere mi gitsek?” dedim. Mete: “Olabilir hayatım; aklında ne var?” dedi. Havanın güzel olduğunu ve artık ona yeni giysiler aldırabileceğimi düşünerek: “Taksim'e gidebiliriz. Hem sana da yeni kıyafetler alırız hayatım, güzel olmaz mı?” dedim. Aklımda böyle bir plan olmamasına rağmen yine nifak tohumlarını ekmiştim. Tartışmamıza ramak kalmıştı ki Mete: “Sanırım dünyanın en güzel giysilerini giymeden seni mutlu edemeyeceğim. Sen nasıl istersen öyle olsun.” dedi. Çok hoşuma gitmişti, kendisinden beklemediğim bir incelikle bana karşılık vermişti. O kadar hoşuma gitmişti ki gamsız sevgilimin bir saattir kıçını ayırmadığı koltuğa geçip ona sarılmak istedim. Koltuğa doğru yürüdüm ve yanına yatıp ona sarıldım. Sarılırken gözüm koltuğa dökülmüş saçlara takıldı. Çok fazla sinirlenmiştim. Elbette hepimizin saçları dönem dönem dökülebilir bu çok doğal bir şey; fakat 6 aydır evli olduğum 5 senedir ise hayatımı paylaştığım bu adamın benim saçtan, kıldan, tüyden iğrendiğimi bilmiyormuş gibi koltuğa dökülen o saçları küçük el süpürgesiyle temizlemeye üşenip bu durumu hiç umursamaması beni çok sinirlendirmişti. Hemen kollarımı boynundan çektim ve benden uzak durması için onu hafifçe ittim. “Bıktım artık! Dünya umurunda değil. Beni rahatsız edecek bir şeyi yaparken bu kadar rahat olman, umursamamandan bıktım artık. Sen benim; kıldan, tüyden iğrendiğimi bilmiyor musun ya? Ne olurdu kıçını kaldırıp dökülmüş saçları süpürseydin. Beni delirtmek daha kolay geldi sana değil mi? Aylak adam!” diyerek bağırdım. Mete yine tepki vermedi. Beni dinledi ve televizyonunu izlemeye devam etti. Aslında biraz üzülmüştü, ama ses çıkarmak istemediğini rahatça anlıyordum. “Neden bu kadar sakindi? Bu adam ne zaman böyle oldu?” gibi soruların cevabını aramaktan artık çok yorulmuştum. Bir insanın düşebileceği en kötü durumlardan birinin içindeydim. Cevabını veremediğim soruların beynimi hapsedişini izliyordum.


Giyindik ve dışarı çıktık. Mete bir taksi çağırdı ve taksi bizi Taksim Meydanı'na kadar götürdü. Uzun süredir Taksim Meydanı'na gelmemiştim. Yeni mağazalar açılmış, daha da kalabalıklaşmış ve insan profili çok fazla değişmişti. Fakat Taksim yine aynı Taksim'di. Kestanecinin yeri değişmemiş, sokak müzisyenlerinin köşeleri ise halen aynı köşelerdi. Mete’de mutluydu, onun da buraları özlemiş olduğunu hissetmiştim. İkimiz de gençliğimizin ilk dönemlerini hatırlamış ve bir an için geçmiş günlerde gibi hissetmiştik. Sabahki tartışmanın aramızda yarattığı soğukluk ise ortadan kalkmaya başlamış; anın tadını çıkarmaya başlamıştık.

Taksiden indiğimiz gibi direkt ıslak hamburgerciye gidip ikişer hamburger almıştık. Bu tadı çok özlemiştim. Sanırım Mete benden de çok özlemişti. Zevk alarak yediği her halinden belliydi. Ne kadar ona kızsam da onu böyle mutlu görmek beni de çok mutlu ediyordu.

           Mete çok yavaş yürüyordu. Sanırım tembellik edip tüm gününü bir koltuk üstünde geçirmekten artık yürümeyi unutmaya başlamıştı. Benim gibi tez canlı biri için bu kadar yavaş yürümek işkence gibiydi. Biraz hızlanmasını söylemiştim fakat hızlanmamıştı. Sanki bacaklarını o değil 80 yaşındaki bir dede kontrol ediyordu. Neden hızlanmadığını sorduğumda bana: ”Tadını çıkarmaya çalışıyorum, etrafı yavaş yavaş izleyip çevreyi gözlemlemek hoşuma gidiyor hayatım.” Demişti. Çok üstünde durmadım, mantıklı gelmese de şu anki keyfimizi kaçırmak istemedim. Hoş gömleklerin olduğu bir mağaza gördüm. Mete’ye oraya girmemizi söyledim ve girdik. Hem kendi adıma hem de onun adına mutluydum. Mutlu olmamın sebebi inadı bırakmasıydı. Onun adına mutlu olmamın sebebi ise güzel ve yeni giysilerle daha hoş gözükeceğini fark ettiğinde Mete’nin de artık bundan zevk alacağını düşünmemdi. Mağazaya girdiğimizde hevesle tüm gömlekleri incelemeye başlamış, mağaza görevlisiyle fikir alışverişi yapıyor; kocam için en mantıklı giysileri seçmeye çalışıyordum. Mete ise biraz ilgisizdi; tüm işi keyif alacağımı bildiği için bana bırakmış, bir kenarda durup beni izliyordu. Uzun süren bir karar verme aşamasından sonra beş adet gömlek seçip mağazanın bir kenarında oturan Mete’nin yanına gittim ve seçtiklerimi gösterdim. “Nasıllar? İstersen beraber de başka gömlekler seçebiliriz hayatım.” dedim. Mete gömleklere göz ucuyla bakıp “Yok ya güzeller işte.” dedi. Umursamamasına sinir olmuştum. Nasıl bu kadar bencil olabilirdi? Bizi düşünerek planladığım bu aktiviteyi beş karış bir suratla yapıyordu. Gömleklere bakmaya tenezzül bile etmemişti; sanki boş yere alıyordum ve hiç giyilmeyeceklerdi. Dayanamadım ve bağırmaya başladım. “Senden nefret ediyorum! Birlikte güzel zaman geçireceğimizi düşünmekte hata etmişim. Keşke seni o koltuktan kaldırmasaydım da burada bu kadar insanın içinde sana bağıracak hale gelmeseydim. Kendinden başka, kendi gerçeklerinden başka hiçbir şeye önem vermemenden bıktım artık. Dünya senin etrafında dönmüyor; sevdiğin insanları da bazen mutlu etmen gerek. Rol bile olsa belki şu gömleklere ilgileniyormuş gibi bakabilirdin. En azından beni mutlu ederdin. Ama sen bencil herifin tekisin! En büyük hata bende; senden bir beklentimin olmaması gerekirdi!” diyerek bağırmaya başladım. Mağaza görevlisi şok olmuştu. Mete ise donup kalmıştı. Gözlerinden birkaç damla yaş aktığını gördüğümde durmam gerektiğini fark etmiştim. Mete’yi uzun zaman sonra ilk defa bu halde görmüştüm. Onun gözünden birkaç küçük damla yaş gelmesi; normal bir insanın kolları sırılsıklam olana kadar ağlamasıyla eşit değerdeydi. Yine de pişman olmamıştım. Bunu yapmanın zamanı gelmişti, haklı olduğumu düşünmüştüm. Nereye kadar böyle davranacaktı ki? Belki benim tavırlarım da bazen anlayışsız ve gaddarcaydı fakat ben de böyleyim işte; dayanamıyorum bir yerden sonra.


           Mağazadaki olayın üstünden on gün geçmişti. Ne benim tavırlarımdan ne de onun gamsızlığından hiçbir şey eksilmemişti. O halen dökülen saçları toplamıyor, tüm gün yattığı yerde yaşam felsefesi yapıyor; ben ise ufacık şeylerde bağırıp çağırıyordum. Artık iyice delirmeye başlamıştım. O ise iyice hantallaşmış, tüm gün yatmaktan yorgun ve bezgin bir hale gelmişti. Tuvalete bile çok az gidiyor, gittiğinde uzun dakikalarca oradan çıkmıyor çıktığında da battaniyenin altına geçip televizyon izlemeye devam ediyordu. Bana olan sevgisi ise hiç azalmıyordu. Bazen koltukta yatarken o koyu gözleriyle beni izlediğini fark ediyordum. Yalan yok, çok hoşuma gidiyordu. Ne kadar günümü onu terslemekle geçirsem de ben de halen onu çok seviyordum.

           Akşam yemeğini yemiştik. Mete yemekten sonra her zamanki gibi koltuğuna uzandı, bense evin hizmetçisi olduğum için(!) sofrayı toplamaya başlamıştım. Sofrayı topladım, bulaşıkları yerleştirdim. Salona geçip Mete ile ben de televizyon izlemeliyim diye düşündüm. Beraber vakit geçirmiş olurduk. Mağaza faciasından sonra birlikte ilk aktivitemiz daha özel bir şey olabilirdi fakat elden ne gelirdi ki. Benim adam tembeldi işte. Ben ise sabırsız, aksi bir insandım. O yüzden onunla, onun habitatında vakit geçirmek daha mantıklı bir karar olurdu. Biraz mısır patlattım. Büyük bir bardağa onun en sevdiği içecek olan mangolu soğuk çaydan doldurdum. Kendime ise sade bir soda açtım. Salona girdiğimde çoktan uyumuştu bile.

           Bu saatte uyuyakalmasına şaşırmamıştım. Yemekten sonra her insana yorgunluk çökebilirdi. Erken kalkma gibi bir zorunluluğu olmadığı için onu uyandırmamda sorun olmayacağını düşündüm. Olmazdı da zaten, Mete problem yapmazdı böyle şeyleri. Sonuçta beraber güzel bir film bulup izleyecektik ve Mete bunu yattığı yerden yapabilecekti, bu yüzden o da zevk alabilecekti. Heveslenmiştim, elimde patlamış mısırın ve içeceklerin olduğu tepsiyi sehpanın üstüne koydum. Mete’ye yaklaştım ve onu güzel bir şekilde uyandırmak için bir öpücük kondurdum. Uyanmadı, bir daha öptüm. Yine uyanmadı, bir daha öptüm. Uykusu ağır olduğu için seslenmem de gerekir diye düşündüm. Dürttüm ve “Aşkım hadi kalk film izleyelim beraber.” Dedim ama yine uyanmadı. Daha fazla dürttüm, daha fazla seslendim, daha çok öptüm ama yetmedi, yine uyanmadı. Bağırdım, çağırdım ama beni hiç duymadı.

           

           Ölmüştü. Biricik sevgilim, beş yıldır hayatımın en büyük parçası olmuş, beni tamamlamış o güzel insan gözlerini bu dünyaya yummuştu artık. Delirmiştim; ağlıyordum, bağırıyordum, sanki bu dünya beni de yutacak gibi hissediyordum. Adeta tüm vücudum durmadan yanıyor ama asla ölmüyordum. Sadece acı çekiyordum. Beni bu dünyada en çok seven insan da gitmiş ve ben bu hapishanede hayatıma devam etmek zorunda kalmıştım. Ve fark etmiştim ki o gömlekler gerçekten hiç giyilmemişti.


           Mete’nin ölümü üzerinden iki gün geçmişti. Cenaze işleri hallolmuştu. Ağlayamıyordum, artık içimde hiçbir duygudan zerre kadar kalmamıştı. Donmuştum sanki... gülmek, ağlamak, kızmak, şaşırmak… ne olduklarını unutmuştum artık bu duyguların. Öylece koltukta oturuyor ve tavanı seyrediyordum ki, kapı çaldı. Gelen Mete’nin yakın arkadaşı Emir'di. “Nasılsın yenge, bu sana.” dedi ve elindeki zarfı bana verdi. Ve ben de oturup okumaya başladım:


Sevgili sevdiğim kadına;

 

           Nasılsın hayatım, iyi misin? Mektup eline geçtiğine göre ben öleli bir ya da iki gün olmuş demektir. Farkındayım; şaşkınsın, üzgünsün ve bu mektubu anlamaya çalışıyorsun. Sana her şeyi anlatacağım. Haziran ayında hızlı bir şekilde kilo kaybettiğim ve yorgun hissettiğim için bir doktora gözükmüştüm. Doktor benden birtakım testler istemişti. Testleri yaptırdığımda ise kanser olduğum ortaya çıktı. Doktor hastalığımın ileri bir seviyede olduğunu söylemişti; ben de bu yüzden tedaviyi reddettim. Ölümümün hastanede değil sıcak evimde, senin yanında olmasını istedim. Zaman geçtikçe etkilerini daha fazla hissetmeye başlamıştım. Saçlarım dökülüyor, vücudumun her yerinde yüksek bir ağrı hissediyordum; yürümek bile zor geliyordu.

Midem sürekli bulanıyordu, tuvalete gidip kusmam gereken zamanlar oluyordu. Bu yüzden tuvalette uzun süre duruyordum. Dökülen saçlarımı ise ilk başlarda koltuktan süpürüyordum, fakat bir yerden sonra kontrol edememeye başlamıştım ve çok fazla dökülmeye başlamıştı. Saçlardan birini alsam, diğeri hemen ardından geliyordu. Sık saçlı olmam ise işime gelmişti. Biraz seyrek saçlarım olsaydı gözle görülür, belli olur bir dereceye gelirdi belki saç dökülmem.

Ama işte şanslıyım, ölürken bile yakışıklıydım. Sana neden anlatmadığımı merak ediyorsundur. Seni bu hastalığın yüküyle boğmak istemedim hayatım. Sanki hasta değilmişçesine ömrümün son günlerini geçirmek istedim. Ben hastayım diye bana farklı yaklaşmandansa kendin olmanı tercih ederdim. Bu yüzden senden gizledim. Hatta sana, benim tembel bir insana dönüştüğüm fikrini aşıladım. Emin ol çok mutluydum; hayatımın son zamanlarını bir koltukta ağrılar çekerek geçiriyordum ama o ağrıları hafifleten bir ilacım da vardı. Beni mutlu eden bir ilaç. O sendin hayatım. Seni izlemek en büyük işkenceleri bile çekilir kılardı ve yanıldığın tek bir şey vardı: Gömleği göz ucuyla süzüp hemen başımı sana çevirmemin sebebi; senin ilgilendiğin şeyleri umursamamak değil, vakit kaybetmemekti. Seni görebildiğim kadar çok görmeliydim; sen her şeyden daha önemliydin.


                                                                                    Mete Günay

 

 

 

 

 

SON