Diyorum ki bir Atilla İlhan şapkası alsam.

Kış da geliyor, iyi de olur hani.

Gezinsem ayak uçlarının bastığı yerlerde.

Dolaşsam soluk soluğa,

yağmur yağsa, hafiften rüzgar.

Tarlabaşı'nda alsam soluğu, esrar içsem.

Mesela ciğerlerim tükenircesine votka içsem,

İnsem balıkçıların yanına sarhoş mu sarhoş.

Biraz önce buradaydı, nasıl görmediniz diye kavga çıkarsam.

O tuzlu, korkunç mübarek ellerinden dehşet verici tokatlar yesem.

Hatta dişlerim dökülse, kanasa yüzüm gözüm,

Seni arasam dursuz duraksız,

Sen geçmiş olsan on ikiyi buçuk geçe,

pembe şalındaki lavanta kokusu kaplasa

Hacı Emin Sokağı'nı.

Yığılsam yere bağıra çağıra ağlasam.

Çocuklar, çöpçüler, ibneler halime acısa.

Kaldıranım bile olmasa soğuk betondan.

Dursuz duraksız seni arasam.

Kızgın ateşlerde yansam,

seni bir daha bulamamanın korkusu kaplasa bu ahmak bedenimi.

Bütün kadınların yüzünde seni arasam.

Efkarlansam, sussam, ölüm diye bir şey düşse aklıma,

bir intiharın çeşitli biçimlerini düşünsem, seni bulamamanın verdigi zavallılıkla.

Gözleri kocaman, dokunsan kırılacak beli açlıktan

Kuştepeli bir çingeneyle sevişsem

Bütün küfürleri etsem,

bir ah bile demese içim.

Yığılsam yere Beyoğlu'nun ortasında.

Sabah ezanı duyulsa minarelerinden İstanbul’un.

Sultanahmet’ten müezzin seslense.

“Bir garip öldü aşkı için,

Duyan var mı?” dese.

Çöpçüler aldırış etmeden kaldırsa cesedimi.

Kimsesizler mezarlığına.

Karacaahmet’ten bir garip sela duyulsa.

Ben yine de,

aramaktan bahtiyarım seni.