"Seninle şöyle bir yola çıkalım." diyorum kırmızı çiçekli saksıya. Evlatlığıma yani. İnsan bir bitkiyi evlatlık edinir mi? Ben ettim. 

- Ettin mi? 

 Ettim.

 - Ettin mi?

 Ettim.

 - Ettin mi?

 Ettim.


Artık dünya ahiret benim evladım o kırmızı çiçekli saksı.


"Seninle şöyle bir yola çıkalım." diyorum çiçeğe.


Seninle şöyle bir yola çıkalım. Kimsenin adımızı bilmediği, tenimizi tadımızı bilmediği varlığımızdan bihaber olunan ve bize bakan ama bizi görmeyen gözlerin olduğu bir yola çıkalım. Bir sen ol bir de sana ait ben. Yanlış anlama, annelik içgüdüsü yoksa sen de olmazsın ama işte, insan evladını arkasında bırakamıyor ya da cam kenarında. Gideceksem eğer beraber gitmeliyiz. Seninle öyle bir yola çıkalım ki artık esaret kalmasın, özgürlük de. Bir varlığın olsun, bir varlığım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım çiçeğim, kimsenin kimseyi özlemediği bir yola. O can parçalayıcı, kafa patlatıcı özlem olmasın. Seninle böyle yürürken birini mi özledik,  içimize düştü mü o hain kurt, hemen yol üstünde belirsin özlediğimiz özlemimiz. Hemen oracıkta savaş açsın içimizdeki hain kurda, oracıkta kurtarsın bizi bir sarılması ile. Hasretimizi, acımızı alsın sarılsın bize. Saçlarımızı okşasın özlemimiz, saçlarını okşayalım. "İyi ki geldin." diyelim, ''Hiç gitmedim ki..." desin. Anılarımızdan bahsetsin, bizim kalbimizdeki yerinden bahsetsin. Sonra dönsün, desin ki ''Kalbinde, anılarında ve hatta ruhunda bir yerlerde seninle olan ben ve kalbimde, anılarımda ve hatta ruhumda bir yerlerde benimle olan sen nasıl gitmiş olabilir, nasıl gitmiş olabilirim?" O an diyelim ki özlediğimiz özlemimiz bizden hiç gitmedi. Var  olması için fiziki varlığına ihtiyaç yok, var olmak için fiziki varlığıma ihtiyaç yok; hep burada, sol yanımda, anımda, ruhumda, ben hep oradayım, sol yanında, anılarında ve ruhunda. Seninle öyle bir yola çıkalım ki işte bu yüzden özlemek olmasın. Özleyeceğin hep yanındaysa özlem kalır mı hiç? Seninle kimsenin kimseyi özlemediği bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım kuzum, adaletin kalmadığı bir yola. Adalet bitsin zira eşitsizlik olduğunca adalet değerlidir. Ne alt kalsın ne üst ne de eşitsizlik. Mesela bir erkek çıkıp diyemesin ki kadına ''Sen bana tâbisin.". Bu Adem bile olsa diyemesin ki ''Sen bana tâbisin.". Doğarken kendi seçemediği şeyler için aşağılanmasın mesela kimse. Ya da bir diğeri doğarken öyle doğdu diye ondan üst olmasın. Mesela renginden dolayı kimse kimsenin kölesi, bir diğerinin  efendisi olmasın. Adalet kalmasın o yolda çünkü eşitsizlik olmasın. Seninle adaletin olmadığı bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım çiçeğim, paraya da ihtiyacımız olmasın. Ne var zaten şu parada bilmem ki. Senin yiyeceğin bir şişe su, benim yiyeceğim bir kuru ekmek, bir şişe su. Kimse olmasın ki para için birbirini kessin, kimse olmasın ki para için kardeşini ezsin, sevdiğini, sevenini yüzüstü bıraksın. Mesela yol üzerinde para deyince gördüğümüz yolculara şaşırsınlar. desinler ki ''Para da ne?'' Desek ki "Karun'u Karun yapacak kadar para vereceğim sana; bana yanındaki kardeşini, sevdiğini ya da dostunu ver, onu yüz üstü bırak." Yolcu sinirlensin, o an desin ki ''O teklif ettiğin nedir bilmem fakat bilmem de gerekmez zira dostumdan, kardeşimden ya da sevdiğimden daha  değerli ne olabilir onu sana satayım ya da acı içinde kalbinde hüzünle, içinde bana kırgınlıkla yüz üstü bırakayım.''. Para nedir bilinmeyen bir yolda, paranın geçmediği bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım evlatlığım, kusursuzların olduğu bir yola. Kusur nedir bilinmeyen bir yola. Yaratılmışların kaşıyla, gözüyle, boyuyla duruşu ile değerlendirilmediği bir yola çıkalım. Mesela bir ayağı diğerinden daha kısa diye topal anılmasın yaratılmışlar arasından insan. Mesela bir ağaç daha kuru, daha bodur diye anlamsız, değersiz görülmesin. Bir gözü  görmeyen birinin yanında geçerken ya da bir kolu diğeri gibi olmayan birinin yanından geçerken bir diğer yolcuya 'baksana kusurlu bu' diyelim. Dönüp baksın yolcu desin ki ''Kusur mu, ne kusuru? Onda bir kusur göremiyorum ben. O yaratılmışlar arasında farklı bir renk sadece. Ben kırmızı iken o sarı oldu diye onun renk olmadığını iddia etmek doğru mudur? Fakat haklısın, burada bir kusur var, o da kalbi zincirlerle bağlayıp başkalarını farklı olduğu için yargılayan senin kusurundur.'' desin. O an şaşıralım seninle. Diyelim ki burası kusursuzlar ülkesidir. Kusurun olmadığı yerdir. Seninle kusursuzların olduğu bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım çiçeğim, seni seviyorumun söylenmediği bir yola. Pürü pak sevginin olduğu, seni seviyorum dendiği her anın gerçek olduğu bir yola. İçinde biraz bile yalan, biraz bile şüphe olanın seni seviyorum diyemediği, kalbini açamadığı  bir yola. Birinin diğerin gözlerine bakıp oradan kalbini gördüğü, kalbe bakınca sevginin anlaşıldığı; kimsenin de seni seviyorum demesine işte tam da bu yüzden gerek kalmadığı, herkesin herkesi sevdiği, bazılarını daha özel, daha değerli bir yerlerde daha derinden sevdiği bir yola. Gerek kalmadığı için tedavülden kaldırılmış olsun seni seviyorumlar. Gözler her şeyi anlatsın. Sana sevdiğimi anlatmak için yapraklarını okşayıp gözlerimden kalbimi açtığım bir yol olsun. Sen o gözlere bak ve anla sevdiğimi, ben yapraklarını okşayıp o yumuşaklıkta o yaşayan ama dilsiz varlığında göreyim sevdiğini. Seninle seni seviyorum denmeyen, buna ihtiyaç kalmayan bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım varlığımın parçası, mutluluğun aranmadığı bir bir yola. Zira kalmamış olsun acılar, derin yaralar. Acı olmayınca mutluluk da aranmaz. "Mutluluğu bulmaya çıktım." diyelim yol üstünden geçen yolculara. Dursunlar ve desinler ki ''Ne mutluluğu? Aranacak bir şey midir mutluluk? Bulunan bir ödül müdür mutluluk? Burada her yer mutluluktur. Burada varlığın değerini bilmek vardır. Burada herkes güler.'' Acı olmayınca karşıtı mutluluğu aramak diye bir şey de kalmamış olsun. Mutluluk aranıp bulunan değil, elinde olduğunun farkında olmak olsun bu yolda. Mutluluğu arayan kalmasın çünkü bu yolda aranacak bir şey olmasın, herkes elindeki ile mutlu olsun. Acı olmadığı için kimse daha fazlasını istemesin. Burada kimse mutluluğu aramıyor olsun. Seninle mutluluğun aranmadığı bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım çiçeğim, yarının olmadığı bir yola. Kimse sürekli ve daimi olarak yarının telaşı ve endişesi ile yaşamasın burada. Yarın nedir bilmesin. Bir tek bu gün olsun, bugünün güzelliği adı. Diyelim ki bir yolcuya "Yarın için hiç mi endişelenmiyorsun?" desin ki ''Yarın nedir? Ben bir tek bugünü bilirim. Şu anı. Anı bilirim. Bütün çabam şu anın tadını almak, bir tek çabam elimden geleni yapmak. Şu anı hakkı ile yaşamak, ulaşabileceğim kadar iyiye ulaşabileceğim kadar iyi ulaşmak. Mutluluğumun, varlığımın tadını çıkarmak. Ben yarın bilmem." Yarın olmayınca endişesi olmaz, sadece şu anla şu anın farkındalığı ile yaşayanlar o anın tadını alır, mucizesini hissederler. O anı varlığına katanlar her gün bu günü yaşarlar, anı yaşarlar. Anı yaşayanın yarının için endişesi olmaz. Seninle yarının olmadığı bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım dost, çalışmanın olmadığı bir yola. Bu yoldaki yolcular çalışmak nedir bilmesin. Tembellik olmasın bu yolda, bu yüzden çalışmak nedir bilinmesin. Her şey karşıtı ile yer bulur. Tembellik olmayınca çalışmak da kalmasın. Bu yolda herkes, her gün elinden geleni yapsın. Her gün, her an elinden geleni yapan yolcular olsun. Bunu bir ödev, bir zorunluluk olarak değil bir sorumluluk olarak yapsınlar. Bundan memnun olan yolcular olsun. Bu yüzden bu yolda çalışmak nedir bilinmesin. Seninle çalışmak nedir bilinmeyen bir yola çıkalım.


Seninle şöyle bir yola çıkalım çiçeğim, paylaşmak olmasın bu yolda. Kimsenin kimse ile bir şey paylaşmadığı, kimsenin kimseye kendine ait olandan vermediği bir yol. Zira bu yolda kimseye bir şey ait olmasın. Birinin diğerinden farkı olmasın, herkesin olsun her şey. Bu yüzden ait olmayınca kendinin olanı bir başkasına vermekte kalmasın. Bu yüzden ortaya çıkan minnet borçları da kalksın. Nefsin; sen ona vermiştin, onunla paylaşmıştın; vesvesesinden, gururundan, kibrinden doğan beklentiler, mahcubiyetten öne eğilen başlar olmasın. Bir ekmek mi var ortada, herkese ait olsun. Sonuçta sana ait olandan almak, seninle paylaşılması demek değildir. Bir su mu var ortada, kimin susuzluğu varsa içsin, susuzluğu olmayan su kendine ait de olsa ondan pay isteme açgözlülüğü olmasın. Herkese ait olunca ve açgözlülük olmayınca herkes ihtiyacı olanı ihtiyacı kadar almış olsun. Sorsan suyunu diğeri ile beraber içen bir diğer yolcuya "Neden paylaştın diğeri ile suyunu?", desin ki ''Ne paylaşmak nedir? Paylaşmak bilmeyiz biz. Bu suyunun üzerinde benim kadar hakkı vardır tıpkı diğer yolcular gibi. İhtiyacı olanı ihtiyacı kadar aldı." Aitlik ve sahip olma aç gözlüğü olmayınca paylaşmak da kalmasın. Paylaşmanın olmadığı bir yola çıkalım.


Sonra duralım çiçeğim. Bir ağacın altında soluklanalım, bu kadar yol bunca duyduğumuz şey ağır gelir bünyemize. Ağacın gölgesinde uykuya dalalım, uykumuzda bir rüya görelim. Sen demir parmaklı bir pencerenin kenarında duruyor ol. Ben pencerenin önüne atılmış bir yatak da seni izliyor. Sana bakıp, sana bakıp seninle bir yola çıkalım diyeyim.

Şimdi uyuyalım, uyanınca devam ederiz yola ama şimdi uyalım çiçek.