Kulaklıklarını takıp arabanın camından baktı Afel. Çalan şarkının elbisesini giydirdi ruhuna. Önceki sene hepsi birbirine zıt olan dağlar şimdiyse birbiriyle haberleşmişçesine sivrilmişti. Şekilleri zariflikten uzak olsa da daha samimiydi. Dağ gibiydi…
Afel’in içine bir üzüntü düştü sonra. Yoksa artık herkes gibi miydi? Belki de sivrilen kendi düşünceleriydi? Afel, neden insanlara da aynı bakamaz olmuştu ki şimdi? Neden, neden, neden? Neden böyle olmuştu?! Bu duyguya ne denirdi, nasıl anlatılırdı?
Afel, yükselenin kendi düşünceleri olduğunu zannederken müziğin sesini kıstı. Zira kendisini tetikleyen, şarkıydı. Şarkı yüksek, Afel fırtınalı. Şarkı dingin, Afel meltemli.
Afel, masumiyetini kaybetmişti. 365 gün boyunca yanıp evrilerek hissiyatını yanlış kişilere harcamıştı. Bitirmişti. 365 günden artakalan 6 saatte de dibini sıyırmıştı…
Üzülmek için geç kalsa da üzgündü. Zaten dağlar durumu somutlaştırmasa yine üzülemezdi. Kendinden bihaber ve bir o kadar da dışarının magazin dergisiydi Afel. Başkalarının telaşından kendine kör kalmıştı. Ne yapmalıydı şimdi? Kör, kütük kaldığı kendine nasıl bir özür vermeliydi?
Gelen anlık cesaretle kendisini öptü. Belki bu, iş görürdü. Gözlerine baktı. Kanların hücum ettiği kılcal damarları ve büyüyen göz bebekleri. Bu, Afel’in kendisine olan sevgisi… Minnettar oldu bu bakışlara. Bütün hatalarına rağmen yine anlayış göstermişti. Yine her şeyden ona kalan kendisiydi. Afel, hafifçe tebessüm etti ve şarkı bitti.