Karanlık sokaklardan geçe geçe varmak istediğim yere varıyorum sonunda. Vardığım yer, uzun bir sokak sadece. Adına sanat sokağı diyorlar. Halbuki bu sokakta sıra sıra kıraathanelerden başka bir şey yok. Gerçi bir zamanlar kıraathaneler, kitap okunan yerlermiş. Sokağın adının "sanat" olması bundan olsa gerek.


Sokağın başında anlamlandıramadığım bir heykel, sonunda ise saat kulesini görüyorum. Ancak bir farklılık var bu kez. Çünkü kimsecikler yok etrafta. Yavaş yavaş sokağın başından sonuna doğru yürüyorum. Ara sokaklarda birkaç esrarcı var sadece. Arada bir bana bakıyorlar. Polis olmamdan şüpheleniyorlar herhalde. Ama polis falan değilim ben. Sıradan, basit bir adamım sadece. Ama şükür ki tipi kayıklardanım. Bu yüzden çekiniyorlar benden. Bana bulaşırlarsa karşılık vereceğimi biliyorlar. Ama bilmedikleri bir şey var: karıncayı bile incitmem ki ben.


Esrarcılara o her zamanki sert bakışlarımı atıyorum. Aldırmıyorlar, işlerine bakıyorlar sadece. Ama her an tetikteler. Beklenmedik bir şeyler olur diye. Yürümeye devam ediyorum. Hafiften yağmur yağıyor, bir zamanlar kalabalık olan ama şimdileri ıssız sokağın üstüne. Islanıyorum yavaştan ama aldırmıyorum. Ellerim ceplerimde, arada bir belimdeki emaneti yokluyorum.


Sokağın ortasında, sık geldiğim bir mekana rast geliyorum. Bir zamanlar dostlarla eğlendiğim, oturup çay içtiğim, sohbet muhabbet ettiğim bir yer orası. Ama şimdileri sanki terk edilmiş bir şehrin görüntüsü sadece. Camdan içeriye bir göz atıyorum. İçerisi karanlık, ay ışığına ve hafızama güvenerek her şey yerli yerinde mi diye bakıyorum. Esrarcılar işlerine dönmüşler, artık bana bakmıyorlar bile. Elim girişteki kapıya doğru gidiyor ister istemez. Ve açılıyor tahminimin aksine. Şaşırıyorum önce, sonra da şaşırdığıma şaşırıyorum. Ben şaşırmayalı uzun zaman oluyor çünkü. İçeri giriyorum usulca. Her yer yıkık dökük. Masalar devrilmiş, duvar kağıtları parça parça. Ne kahveci adam var ortalıkta ne de oynadıkları oyunun heyecanından bağırıp çağırıp küfür eden müşteriler. Bir sakinlik çökmüş mekanın üstüne, tıpkı sokağın başından sonuna doğru sıra sıra dizilmiş diğer kıraathaneler gibi.


Yerdeki sandalyeyi düzeltiyorum oturmak için. Önüme bir de masa çekiyorum hemen. Paltomun iç cebine sığabilen not defterimi ve kalemimi çıkarıyorum sonra. Bir sigara yakıyorum ve kıymetsiz sözler dökülüyor kağıdın beyazlığına. Sigaramın ateşinden başka hiçbir ışık yok içinde bulunduğum mekanda. Yağmur hızlanıyor biraz ve camları zorluyor. Aldırmıyorum. Eve dönme zamanını hesaplayıp ıslanma ihtimalimin üzerinde hiç durmuyorum. Yazıyorum sadece üç beş satır hayatın bugünlerdeki anlamsızlığını. Sonra bir ışık beliriyor kıraathanenin tam ortasında. Kafamı kaldırıyorum ve yine şaşırmıyorum. Çünkü yine onu görüyorum beyazlar içinde. Ayakları çıplak, bukle bukle saçları omuzlarından dökülmüş, bana bakıp gülümsüyor öylece. Bir sigara daha yakıyorum. Keyifle seyrediyorum onu. Gözleriyle gülüyor bana. Hafiften başını eğerek bakıyor. Bu bakışa, bu gülüşe öldüğümü biliyor sanki. Ayağa kalkıyorum. Kalkarken kalemimi yere düşürüyorum ama aldırmıyorum. Bir ceylanın ürkek adımları gibi yavaş adımlarla yanına gidiyorum. Hala bana öldüresiye bakıyor. Ben de gülümsüyorum ona. Göz göze geliyoruz. Teni bembeyaz. Giydiği elbiseyle tam uymuş. Kumral saçlarına dokunmak istiyorum. Başı eğik, hiç tepki vermiyor, o sıcak gülümsemesi dışında. Hafiften eğiliyorum, boyu benden biraz kısa. Dudaklarım alnına doğru gidiyor. Gözlerim kendiliğinden kapanmış. Öpüyorum alnından, sımsıcak tenini hissediyorum dudaklarımda ve kaskatı yüreğimden kan sızıyor sanki. Çünkü sıcaklığını içimde hissedebiliyorum. Ona sarılmak istiyorum hiç bırakmamak üzere. Ama ellerim kendime dolanıyor. Açıyorum gözlerimi. Koca mekanın tam ortasında yapayalnız, ellerim kendime sarılı vaziyette öylece duruyorum.


Gözlerim hafiften yaşlanıyor. Ama ağlamayı beceremiyorum, bin kez kendimi zorlamış olsam bile. Hemen toparlanıyorum, paltomu giyinip not defterimi masanın üzerinden, yere düşmüş kalemimi de yerden alıyorum. Kapıdan çıkarken son bir bakış atıyorum bir zamanlar gülüp eğlendiğim, dertsiz tasasız bir serseri olduğum günlerde sık sık geldiğim mekana. Derin bir iç çekiyorum, ardından bir sigara daha yakıyorum. Çıkıyorum tekrardan adına sanat dedikleri sokağa.


Geldiğim sokağın başına doğru yürürken esrarcı gençler halen zıkkımlanıyorlar. Başımla selam veriyorum onlara, kendilerine has sokak jargonuyla karşılık veriyorlar selamıma. Sokağın başına geldiğimde -biri şikayet etmiş olsa gerek- polis arabalarının siren seslerini duyuyorum uzaklardan. Gençler birden kaçışıyorlar bulundukları yerden. Ben de üzerimdeki emanetten dolayı hafiften tedirgin oluyorum. Paltomu boynuma kadar çekip tekrardan karışıyorum geldiğim karanlık sokaklara.