Bu kirli gökte tek tük yıldız kalmıştır. Bununla birlikte nadiren de olsa çat kapı balkonumun göğünde beliren parlak ve kocaman bir dolunay, bir sigaranın yanışı kadar kısa bir zamanda bana sürpriz yapar ve göğün henüz daha yeterince tükenmediğini sapsarı berrak parıltısıyla fısıldayarak bana ümitvâr olmamı salık verir. Vaktiyle, kömürlüklü devirlerin kömürlüklerinden, kömür gibi kara hırslı insanların yükselttiği salaş İstanbul apartmanları sanki balkonumun manzarasına doluşup içimi daraltmıyormuş gibi, sanki bu hoş fısıltılı dolunay bu patavatsız kaçak katlı apartmanların değil de âdetâ fıstıkların arkasından arz-ı endâm ediyormuş gibi gözlüğümün camına yepyeni ve oldukça sahici bambaşka masalsı bir dünya kurar ve gökyüzünü güzelleştirdiği gibi yeryüzünü de değiştirir, güzelleştirir. İşte bu umut ve güzellikler getiren tontoş dolunayın balkonumun göğüne misafir olduğu bu kısacık vakitte ben de her zamankinden daha fazla hür kalmayı bilirim. Mantıklı dünyanın sahte parmaklıklarından zihnimi kurtarır ve çekilmesinin gerekli olduğu söylenen tüm tasalara, düşünülmesi gerektiği söylenen tüm makûl şeylere inat ipini koparmış gibi başıbozukça bambaşka şairâne diyarlara yelken açarım. 


Bir sigara vaktinde bu dolunayda yaşayan bir dolunay halkı olduğunu düşünüp kendimi de iyiden iyiye inandırmaya başlamıştım buna. Gri kıyılarda ışıktan bir denizin keyfini süren bu halkın göğünde ara ara mavi bir dolunay belirir ve belki onların içerisinden benim kadar melankolik olan birisi de tıpkı benim onları düşündüğüm gibi bizi düşünür, bu absürt heyulâya kapılıp eğlenirdi bir kaç kısa zaman. Bununla birlikte geçenlerde tekrar şiirlerine kafamı daldırdığım Cumming arkadaş, sadece benim bu gezegendeki makûliyet düşmanı tek melankolik şair olmadığımı ispatlamış bulundu ve yazmayı tasarladığım bir şiirimi bu dolunay halkı ahalisiyle birlikte çöpe gönderdi. Şöyle yazmış sevdiğimin Cummings’i:


15


kim bilir ya bir balonsa

ay, hoş bir şehirden gelen

gökteki - zarif insanlarla dolu?

(ya sen ve ben olsaydık


içinde, ya da onlar

alsaydı beni ve alsaydı seni balonlarına,

işte o zaman 

o zarif insanlarla çıkardık daha yükseklere


evlerden ve çan kulelerinden ve bulutlardan:

giderdik süzülerek

uzaklara ve uzaklara süzülerek ve hoş

bir şehre hiç kimsenin uğramadığı, orada


daima

         mevsim

        Bahardır) ve herkes

âşıktır ve çiçekler toplar kendi kendini



Eğer bu gökteki balon gökte yoksa, apartmanların boruları, bacaları ve uydu antenleri yükselir bu kirli göğe yalnızca ve sigaramı daha çabuk bitirip gitmeyi arzularım bu küçük balkondan. Bu balkon, binaların arasındaki karanlık girdapvârî bir boşluğa doğru çekilen bir uçan balon sepeti gibidir sıkıcı zamanlarda. Belki şu karşımda yıllardır lüzumsuz yer işgâl eden hantal kurutma makinasını bu boşluğa doğru çekilen sepetten atsam yüküm hafifleyecek ve ben uçurak daha güzel bir manzaraya doğru gidebileceğim. Lâkin her şey yerli yerinde kalmanın kararındadır yıllardır ve bir şeyleri mantıksızca düzeltmenin yolu kararlı bir evreni bozmaktan geçiyorsa dikkatli olunmalıdır. Hele ki bozduğunuz şey aynı zamanda eşinizin evrenine ait bir parçaysa. 


Sonra kirli bulutlar gelip geçer bir de buralardan. Hiç de pamuk gibi olmayan İstanbul bulutları balkonumun göğünden annemin tabiriyle gafla gafla geçer ve tutunası ağaçsız dallar gibi dikkatimi cezbedip hayalî elimle onlara tutunmamın çabasına dönüşür. Sıkıcı ve küçük olmasına karşın absürd düşünüşlerle zamanı bereketli bu bir türlü uçamayan sepette bana yoldaş oluverirler bazı bazı. Onları seyre dalar ve geçişlerini, göğe uzanan kapkara çatı zımbırtılarına kıyaslayarak hızlarını tahmine kalkarım. Ve nihayet hüzünlü anlarımda bu kargacık burgacık bulutları, ona, bir addâya gitmiş olan sevdiğimin yüzüne benzetmeye çalışırım. Bir stümülüs aldanmasıyla da olsa göreyim onu buralarda diye uğraşır durur algı hokkabazım. Nasılsa bir türlü ona benzetemem hiçbir bulutu. Anca bir sincap yahut başka bir hayvancağız yürür gider göğümden ve kaybolur bir çatı arkasından. İyiki de öyle olur. Sonra sonra anlarım algının bozduğu gerçeklik ne yapışkandır aslında. Yaşamak zorunda olduğunuz bu gerçeklik içerisinde bu yapışkan tuzaklar her daim rahatsız etmeye başlar sizi. Bulutlardaki stümülüs oyunları çok masumdur, çünkü bulutlar çekip giderler neticede ve bu pareidolia oyunu da biter gider. Lâkin ayakları dünyanızdaki şeylerle bu oyunu oynamaya başlarsanız işler sarpasarar. Şu karanlık çatılardan birindeki bir baca kümesi kimbilir kaç zamandır başını kaldırmış bir timsahın üzerindeki iki sevgilidir ve ben bu sevgililerin ne bahtlarına müspet bir katkı sağlayabiliyorum ne de onları artık var olmayan bu halden kurtarıp çirkin de olsa oldukları şeye, eski hallerine dönüştürebiliyorum. Sigaram bitene kadar o tarafa bakmamak ve bu şairce haylazlıklarımın neticelerinden ders alıp bu uçmayan sepette usluca oturmak en iyi seçenektir belki de. Hattâ içeriye, çalışma masamdaki laptopumun başına geçtiğimde bu usluluğum devam etmeli, normal insanlar gibi bir şeyler yazmalı, ne bu sepetten ne de içerisindeki bir kaç şeyden kimseye bahsetmemeliyim.