Gözlerimizi açtığımız ilk andan itibaren hayat denilen bir olayın sersefil köleleriyiz. Bu olayın sersefil köleleri olarak yaşayabilmek için ömür denilen bir süre de nefeslerimizi tüketir. Aklımıza gelebilecek birçok faaliyet ve durumları bir sinema perdesine yansır gibi seyrederiz. Peki bütün bunlar yaşanırken nasıl geçiyor zaman denilen hayat esaretinin süresi? Yüzümüze ne kadar bakıyordur acaba güzelliklerin sureti? Yeteneklerimiz, görünümümüz, ruh halimiz, duygularımız… Kısaca bizi biz yaptığı söylenen şeyler ne kadar bizi kontrol eder? Daha doğrusu edebilir mi? Yoksa birtakım kalıplar içerisinde sıkışarak çürümeye yüz tutmuş bir şekilde bilinçaltımızı kemiren kemirgenler bizleri acımadan tüketir mi? Bilinmezlikler içerisinde bizler aynı zamanda da birer sersefiliz. Ve ifade ederiz ki hayat denilen bu olayın esirleşmiş köle sersefilleri olarak, maskelerimizin altında bir ürün gibi kendimizi sunup beğendirmeye çalışan, bu hayat oyununun birer üyeleriyiz.


Zorunluluklarımızla hayallerimizin çatışması sonucu hangimiz hayatından ne kadar memnundur bilinmez ama şu bir gerçektir ki istediğimiz her şey maalesef gerçekleşmez. Monotonlaşan ruh halimiz bizi, aynı bir örümceğin ağ örmesi gibi tüm bedenimize ağlar örerek sararak aklımıza bir kaçış yolu aratır. Kaçış yolunu bulduktan sonra ise isteklerimiz doğrultusunda maskelerimiz yerlerini alır. Maskelerden kastımız bize, istek ve arzularımız doğrultusunda hedeflerimize ulaşmak için eşlik eden yardımcı karakterlerimiz ve koruma kalkanlarımızdır. Yardımcı olması güzel bir durumken koruma kalkanı olması aslında tercih ettiğimiz bir durum değil mecburiyettir. İşte tam bu noktalarda sersefil köleliğimiz tam olarak tesir eder, bizler ise bu yapıya çaresizlik içerisinde eşlik ederiz.


Hayatın köle sersefilleri dediğimiz bu durum tüm insanlarla ortak paydada toplanmamızdan ötürü gelir aslında. Hepimiz sağlıklı, mutlu, huzurlu ve güzel bir gelecek vadederek çıkarız yola. Ancak bu yolda hayatın kuralları bizleri birtakım koşullar altında sınayarak mücadeleler yaratır ve bu yapının altında birtakım amaçlarımıza ulaşmak için köle gibi çalışarak birbirinden bağımsız, kendi başımıza buyruk, farkında olmadan sersefil didiniriz yıllar boyunca. Bir de insan ilişkilerinde yaşanan sorunlar eklenmez mi araya, tam çekilmez bir hal alır o zaman maalesef bu dünya.


Ancak bunu değiştirmek aslında çok basit insani değerlerde saklıdır oysa. Madem bizlere böyle bir tiyatro perdesi açarak oyunlar sunuyor dünya... O zaman bizler de gelin hep birlikte sevgi, saygı, barış ve kardeşlik içerisinde birbirimize güler yüz göstererek, saçmalamaktan korkmadan dönüştürelim bu hallerimizi güzel bir senaryoya. Birbirimize aynı karıncalar gibi çalışarak yardım edelim ve uğur böcekleri gibi etraflarda uçuşup şanslar getirerek güzel hisler bırakalım. Çıkalım sersefil köleliklerden, birbirimize değelim. Tamamen kucaklaşarak sersefil köleliklerimizin çareleri olalım gönüllerimize. Sonuçta varılacak yer aynıdır; değer mi hiç, değer mi bir insan kalbi kırmaya? Son olarak ise Sadri Alışık üstadımızın güzel sözlerini bırakalım ortaya: ‘’Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları işte falanları filanları göreceğiz, birçok şeyin tadına bakacağız, sonra da ister istemez gidiyorum elveda şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun...’’