işte yine karanlığın ortasından geliyor ses. alarmı kapatmak istiyorum ama telefona uzanırsam yataktan kalkmam gerekecek. aslında kalksam iyi olacak, mesanem patlamadan işemem gerek. sol gözümü aralayıp perdesiz penceremden havanın karanlığına bakıyorum. "yaz bitmiş, artık hava da aydınlanmıyor sabahın altısında," diyorum kendi kendime. yaz bittiyse neden hâlâ otelde çalışıyorum, sorusunu es geçiyorum. çünkü bunu yapmayı yeni öğrendim. uzanıp alarmı kapatıyorum. arayan soran var mı diye bakıyorum telefonun ekranına. saati ne kadar büyük yazmışlar diye düşünüyorum bir an. işte yataktan kalkma zamanının işaretiydi bu. giyinme, tıraş ve diş fırçalama fasıllarından sonra servis durağına gidiyorum. yıllarca uzaktan baktığım insanlara karışıyorum. yadırgamıyorlar beni, ben yadırgıyorum bu durumu. benden hesap sormuyorlar, hiçbiri henüz uyanmamış diye teselli ediyorum kendimi. "yakama yapışın lütfen." elbet bir gün biri yakama yapışır umuduyla beklemeye başlıyorum. üçer beşer servislerine binip gidiyor aralarına karıştığım insanlar. bu kez geç kalmıyorum, kendi servisime binip peşlerine takılıyorum.


özgür'ün donuk bakışları karşılıyor beni. çocukken de böyle bakardı. umurunda mıyım anlayamıyorum. "bana kendinizi tanıtın lütfen." özgür'ün iki koltuk önünde umut'un yanı boş, çantamı bırakıp şoföre yöneliyorum. "öndeki servisleri takip et, hepsini!" diyecek oluyorum. dikiz aynasını deliyor şoförün bakışları. maske taksa da burnundan soluduğunu anlıyorum. "seni o koltuğa ben oturtmadım şoför amca." benim solumadığımı anlamamaları için kolumdaki maskeyi yüzüme takıyorum. servis çoktan hareketlenmiş. yerime oturmazsam ilk frende nihat abinin üzerine düşebilirim. geçenlerde beni tehdit ettiği için üzerine yürümem onu biraz kırmış, benimle konuşmuyor. o yüzden, üzerine düşersem kavga çıkabilir. koridora bakan koltuklarda uyuklayanlara çarpa çarpa yerime oturuyorum. bazıları irkilse de gözlerini açıp kim olduğuma bakmamakta kararlılar. hayattan bu kadar mı vazgeçtiniz yoksa kim olduğumu gerçekten merak etmiyor musunuz? işte sabah sorgulamaları başladı kafamın içinde. sabahın bu kısmında ben aradan çıkıyorum, kafamın içindeki şey içeride bir şeyler kurcalamaya başlıyor. müdahale edemiyorum, kapının ardına atıldım. önce bu işte ne işim olduğunu anlamaya çalışıyor içerideki. "çünkü ihtiyacım var!" kapı ses geçirmiyor sanırım ama hayır. bedenim ses geçirmiyor, söylediğimi ben bile duyamıyorum. duymak mı istemiyorum yoksa? bu doğru olamaz, ben duymamam gereken çok şey duydum, hatta söylememem gereken çok şey söyledim ama işte buradayım. herkesin arasında kendi kafamın içinde kapı dışarı edilmiş de olsam, buradayım işte. kurcalamaya devam ediyor içerideki. yol uzun, servis sallandıkça kafamın dört bir yanına çarpıyor. servisin içi bir anda bulanıklaşıyor gözümde. uykum geliyor.