Eskiden, hayatınızda görüp görebileceğiniz en sıkı korku filmi hayranlarından birisiydim. On dört yaşımdayken bile, bir şeytan ya da herhangi başka bir korku figürü ekrana geldiğinde arkadaşlarım çığlık çığlığa kaçışırken; ben kahkahalar atar, eğlenirdim. Aynı zamanda güçlü reflekslerim vardı ve günlük hayatımda da çoğu şey beni kolay kolay korkutamazdı. Bir gün bir arkadaşım, ben diğer arkadaşlarıma bir şey anlatırken gelip kulağımın dibinde çığlık atmıştı ve ben kesintisiz bir biçimde anlatmayı sürdürmüş, göz ucuyla bile bakmamıştım. Kapı arkalarından çıkan haylaz erkek kardeşim asla beni korkutma şerefine erişememişti.
Son zamanlarda birçok sebepten ötürü kategoride seçimimi değiştirdim. Şimdi çoğunlukla animasyon, müzikal ya da aile filmleri izliyorum.
İşte bu filmlerden birini izlerken Christine Baranski isminde bir sanatçıyı tanıdım. Şimdi, burada bahsedeceğim üç film söz konusu, kafanız karışsın istemem. İlk gördüğümde dikkatimi çeken bir çift insanın içine işleyen mavi göz oldu ve o gözler hem birinin baş kaldırmasını beklerken hem de ürkmenizi bekler gibiydi.
Roman yazarıyım, o yüzden gözlemci yapım genelde her insanda ve her şeyde kendini gösterir. Christine Baranski de film boyunca gözlerimin sürekli irdelediği, bir şeyler gördüğü ve sezdiği bir karakter oldu. Böyle karakterleri sevdiğimden dolayı; güçlü, hayatın kendisinden bile daha çetin ceviz kadınlar. Yazdığım çoğu karakter gibi...
Birkaç gün önce, Mamma Mia! serisini bitirdim. Öğrendiğime göre ‘mamma mia’, bizde ‘Aman Allah’ım’a karşılık düşen yabancı bir terim. Baranski burada, Meryl Streep’in canlandırdığı Donna’nın en yakın iki arkadaşından birisini canlandırıyor. İsmi Tanya. Bu iki rolü birbirinden öyle farklıydı ki, bir anlığına iki kadının aynı aktris tarafından oynandığına inanmakta zorluk çektim.
(İlgili film hakkında spoiler içerir.)
En ayırıcı özellikleri sesleriydi de o yüzden. İlk anlattığımda duruşu ve gücü kadar sert bir ses tonu varken, bu serinin ilk filminde gayet rahat ve kendinden emniyet taşımayan, bunu zaten istemeyen bir ses tonuna sahipti. Birinciyi bitirince, devam filmini izledim ve bu filmde Meryl Streep’in karakteri ölüyor. Bu durum diğer yakın arkadaşını o kadar üzüyor ki, Tanya onu teselli edebilecek tek kişi konumuna geliyor ve seriden önce izlediğim filmdeki dirayetli ses tonu geri geliyor.
Ses, herhangi bir ses ve tüm sesler beni bir şekilde hayrete düşürüyor ve merak ettiriyor. Bu, çoğu zaman bir karakterimi düşündüğüm ve onu kafamda değiştirdiğim bir ana benziyor. Sesleri onlardan duyduğum son şey. Göz renklerini biliyorum, kalın mı yoksa ince mi bileklerinin olduğunu... Ama son bildiğim sesleri. Son duyduğum şey sesleri. Bu, onları tamamlıyor. Tıpkı Christine Baranski’nin rollerini, sesiyle tamamlaması gibi. Onlara dair her şeyi, tüm duvarları değiştiriyor. Bu bana mucizevi geliyor.
Ergün karadeniz
2020-05-01T22:08:42+03:00Bakış açısı çok güzel olmuş eline sağlık