Evden çıktığımda öğle vaktiydi, hava hafiften yağmurlu. Caddeyi, aşağıya doğru yavaş yavaş indim. Sokaklar bom boş. Çarşıya yaklaşırken her zaman geçtiğim yaya geçidine geldiğimde de ortalık farksızdı. Yol bom boş. Karşıya rahatlıkla geçtim. Çarşıya geldiğimde gördüğüm manzara karşısında hayretler içinde kaldım. Sanki tüm şehir buradaydı. 

Kalabalığın içinde zar zor ilerledim. Hızlı gitmeye ihtimal yok. İnsanlar deyim yerindeyse üst üste. Buluşmayı kararlaştırdığımız kafenin sokağına girdim. Adımlarım biraz hızlandı. Çünkü söz verdiğim saat geçmişti. Hızlı bir şekilde kafeye girdim ve her zamanki yerime oturdum. Geç kalmıştı. O hep geç kalırdı zaten hep ben erken gelirdim. Ama olsun onu beklemek o kadar güzeldi ki.

Birden kulağım merdivenlerdeki sese kilitlendi. Bu oydu adım atışlarından tanıdım. Adım sesleri iyice yakından gelmeye başladı. Ve merdivenlerden o gündüz yüzlü kız çıkageldi. Telaş içinde yanıma geldi ve her zaman ki söylediğini söyledi “yine geç kaldım”. Bense o söylediğine o kadar sağırdım ki, deryadan daha güzel gözlerine dalıp gitmiştim. Karşıma oturdu, parfümünün o mis kokusu ciğerlerimin her zerresine işledi beni benliğimden aldı.

Karşıma oturduktan sonra sol yanağımdan öptü beni. O kadar güzel öptü ki dünyada bundan daha güzel bir dudak 

olamayacağına yeminler ettim. Rujunun lekesi hafiften yanağıma bulaştı. Silmeye kalktı izin vermedim. Sanki onu silse huzurum kaçacakmış gibi. Sonra o sustu ben sustum gözlerinin deryasında kayboldum gittim. 

Hafiften bir ses duymaya başladım. Kulak tırmalayıcı gıcık bir ses. Sanki o bu sesi hiç duymuyor gibiydi. Bir an gözlerimi kırptım açtığımda ise yatağımın dibinde çalıp duran alarmı gördüm. Gözlerimi ısrarla kapatıp onu tekrar görmeyi istedim yaradan dan, ama olmadı. Yatağımdan kalkıp hazırlandım. Servise doğru giderken kulaklığımı taktım ve yine o şarkı…


Göz kırptı bir yıldız, yoksa ben mi öyle sandım

Geceyi uyutan gündüz yüzlü kız, yıldızlar dürttü seni andım…