Huzurumun kıyısına oturmuşum, vuran cesetleri sayıyorum. Kanın ağırlığı var havada. Meltemler korkudan kaçmış, yaprak kımıldamıyor. Ben kıvranıyorum. Gözlerimden yeterince yaş süzersem tüm bu kırmızılığı açabilir, yeniden maviye döner sanıyorum. Kurudum kaldım, ağlayamıyorum. Durmuş bir zamanın ağırlığı var içimde, kımıldayamıyorum. Nefesim ciğerlerime sığmıyor, derin bir of çekemiyorum, boğazımı tıkamış düğümleri çözemiyorum. Bir ses çıkarabilsem yıkacağım bütün sessiz duvarları, özgür bırakacağım ruhuma kilitlenmiş bütün nidaları. Kabullenmişliklerin tuğlaları örülü etrafına, kapıları çelikten. Bir kere sesin acizliğini tatmışsa insan, bütün çığlıklar kuru gürültüden ibaret gelir. Ancak her çiçek gibi kelime de kendi ikliminde yeşerir. Ama bunun için önce kıyılarımı temizlemeliyim. Katılığımı eritmeli, meltemleri davet etmeliyim. Bana güzel şarkılar fısıldayın, bir gece vakti tuzlu su kokan şarkılar. Yaralarıma basayım. Tek dileğim bu kapana kısılmış uyuşukluğu benden alsın, acıya da açılırım. Hatta belki yanan canımdan damla damla şarkılar yazarım. Bir ateş yakarız, etrafında mırıldanırız. Kovalayın şu akrebi, yelkovanı! Kum saatinin boğazındayım, dardayım. Ah bir açılsa hislerim, hayata akacağım.