Kusursuz ütopyaların, sen ulaşılmaz tanrıçası,
Genzimi sızlatıyor haşmetli hasretliğin.
Bir görünür, bir kaybolursun düşlerimde,
Kayar ellerin terlemiş avuç içlerimde...
Düşersin sen de zamanın derin boşluğuna.
Bir sedan kalsın isterdim benim diyarımda,
Gecelerimi paylaşacağım, ona sarılacağım.
İzin ver, bir tebessümün kazınsın zihnimin derinlerine,
Yokluğunu hatırlatsın her aklıma geldiğinde.
Hüsnün girdabına kapılmış yaprak misali,
Savrulur yüreğim zamanın tenha kıyılarına.
Bilmem tarifi nasıl yapılır bu sevdanın,
Teşbihi nasıldır acep bu yalnızlığın?
Anlatmaya cesareti var mı seni bu dertli başın?
Bir serçe misali sol yanımda çırpınan yüreğim,
Bilmem, bu hasrete daha ne kadar dayanır?
Gökten kayan yıldızlar süzülüyor penceremden içeriye.
Anamın sütü gibi ak gerdadına asmak için,
Eğilip topluyorum birer birer savruldukları yerden.
Asırlar ötesinden başladı benim yolculuğum.
Biraz da ondandır bu bitmez yorgunluğum.
Sen ki en güzel çağlarında bir maral gibi gezedur dere kenarlarında, su yataklarında...
Ben kurban ederim kendimi avcıların kurşunlarına.
Diyetin canımsa, al canımı da koy heybene,
Bitsin bu ızdırap, gayrı ersin nihayete...
Üzerime kapanan kapıların seslerinde,
Cenge tutuşmuşum içimdeki ben ile...
Kaldırıp yere çalsa beni, bir of bile demem.
Gönlüme açtığın yaralardan,
Şimdi tutup da sana sitem edemem.
Bir hayalin olmazında prangalanmışım
Gel desen, mümkünü yok gelemem.
Didelerimden süzülen bu ayıba,
Yok yok! Şimdi seni şahit edemem