Derler ya "göğsümde bir öküz oturuyor" diye. Son günlerde öküzün bölünüp çoğaldığını hissediyorum. İçeride birbirleri ile tartışıyorlar, hangisinin daha ağır çektiğini seçmek için. Sanki etrafım çepeçevre kuşatılmış, bana nefes alacak alan kalmamış gibi. Bir yandan işler, bir yandan günlük hayatın telaşesi, aile içinde yaşanan sorunlar, uzaklarda olmanın çaresizliği...
İnsanın mesleği psikoloji ile ilgili olunca dışarıdan hep farklı değerlendiriliyor. İnsan değil de makineymiş gibi. Zorlanmaları, acıları, yorgunlukları olamazmış gibi. Oysa insanım ben de! Bazı zamanlarda başını alıp gitmek isteyen, bugün kimseyle görüşmek istemiyorum deme hakkı olan. Keşke bazı bazı kaçabilsek hayattan. Kendimize oluşturduğumuz küçük sığınaklarda sessizlikle baş başa kalabilsek. Kendi iç sessizliğimizi sağlasak. Çoğu kez dışarıdakilerden daha yüksek oluyor içimizin sesi. Oyun salonlarında bir makine vardır. Deliklerden oyuncaklar çıkar, çekiçle kafalarına vurup geri sokarsın. İnsanın içindeki sesler tam da ona benziyor bazen. Bir yandan vuruyorsun bir yandan geri fırlıyor. O makineyi bir süre kapatmayı başarabildiğinde gerçek sessizlikle tanışıyor insan. Beynimiz o gerçek sessizliği birkaç dakikalığına bile yaşayabilse günlerce dinlenmiş gibi oluveriyor. Son zamanlarda bırakın sessizliği, kendi sesimi bile duyamıyorum çevremdeki bağırtılardan. o seslerle arama mesafe koymaya ihtiyacım var. Oysa çat kapı biri dalıp içeri, sen ne haldesin görmeden -çünkü bakmıyor, baksa da görmek işine gelmiyor- paldır küldür döküveriyor kendi iç sesini. Yorgunum.
Kendime, kendimize zaman ayırmalı. Sadece nefesimizin sesinin duyulduğu birkaç dakikacık çalmalı hayattan.