Cümlelerini yitiriyorum bazen. Cümlelerimle birlikte düşüncelerim de terk ediyor bedenimi, benliğimi. Boş bir arazinin ortasında gibi hissediyorum. Yanımda, yöremde ne ev var ne tarla. İnsana dair hiçbir iz yok sanki. Yine çok karamsarım sanki değil mi? Dedim ya böyle değilimdir aslında. Ama arada bir gösterebileceğim bu yönü insanlar bozmasın diye bastırıyorum. İçime atıyorum bu karanlık yönün boğucu sesini. İşte tam o noktada tanıdık bir ses arıyorum. Tanıdık sesler bana anlamlandıramadığım bir huzur verir. Fakat bir yandan da şaşırıyorum buna. Yeri geldiğinde kendi sesine bile katlanamayan ben nasıl olur da bir başkasının sesinde huzur bulabilir ki? Durup dururken bunları irdelemek çok saçma belki de. Ama duyguların durduk yeresi mi olur deyip geçiyorum. Kendi kendime olan ikircikliğim yetmiyormuş gibi, bir de içimdekilerin derdiyle uğraşıyorum. Yine başkalarıyla uğraşmaktansa kendimle uğraşmayı tercih ederim. Sizce de öyle değil mi? Çünkü ne insanlar biter ne de onların dertleri. Sonu asla gelmeyen bir yolculuk gibi. Hatta öyle ki onların yolculuklarını dinlemekten kendi yolculuğuna bile çıkamazsın, çıkartmazlar. Tabii buna biraz da biz izin veriyoruz orası ayrı. İzin vermezsek sanki tüm insanlar gider gibi. Bir yalnızlık korkusu sarıyor içimizi. Yalnız olmak çok mu kötü ki biz bu kadar korkuyoruz? Komik olan asıl şu, insanlar arasında olunca da yalnız kalmak istiyoruz. Ne istiyoruz biz, onu biliyor muyuz acaba? Bakın yine etrafta bir sürü soru baloncuğu. Yollarını kaybetmiş gibi uçuyorlar etrafta. Hepsi senden, benden, bizden bir cevap bekliyorlar. Aslında onlarla bir ortak noktamız var: Biz de onlar gibi insanlardan bir şey bekliyoruz. Neyse en iyisi mi biz bu balonları cevaplamak yerine yine en kolay yolu seçelim. Tüm bunlardan uzağa kaçmak. Çok uzağa...