Yalnızım

Yalnızsın

Yalnız

Yalnızız

Yalnızsınız

Yalnızlar


Yalnızlık: Etrafında hiç kimsenin olmama durumu.


Etrafında kimselerin olmadığı yalnızlıktan kurtulmak basittir. Yapman gereken şey çok açıktır, üstesinden gelmek için yapman gereken şey, tanıdığın ya da tanımadığın birisinin/birilerinin yanına gitmek.


Peki etrafında zaten tanıdığın insanlar varken hissedilen yalnızlık için ne yapabilir ki insan?


Yani etrafında bir sürü insan olmasına rağmen kendini yalnız hisseden ve doğru yerde olup olmadığını sorgulayan "Benim burada ne işim var?" diye soran insan ne yapabilir ki? Belki de soruyu yanlış soruyordur. Asıl sorulması gereken soru ''Bu insanların benim etrafımda ne işi vardır?'' sorusudur. Bilmiyorum.


Buradaki en büyük problem etrafımızdaki tanıdığımız zannettiğimiz insanları aslında tanımamamızdan kaynaklı. Sadece kim olduklarını biliyoruz. Kim olduklarını bilmemiz onları tanıdığımız anlamına gelmiyor.


Birisiyle tanışıyoruz, tanıştığımız kişinin annesi babası tarafından ona seslenmek için koyduğu ismi öğreniyoruz. Nerede doğduğunu, sanki çok önemli bir şeymiş gibi burcunu öğreniyoruz. Yani kısacası bize söylediği şeyleri duyuyor ve bize gösterdiği yönünü görüyoruz. Ve bütün bunlardan yola çıkarak o kişi tanıdığımızı sanma küstahlığına kapılıyoruz. Karşımızdaki kişi aslında kendisine bir rol yazmış ve oynuyor. Anlayışlı, sakin, güler yüzünün bir maske olduğunu, yazdığı senaryoyu oynamaktan sıkıldığı zaman anlıyoruz ve aldatılmış olmayı kabul etmeyişimiz gerçek yüzünü görmemizi geciktiriyor ve en sonunda hayal kırıklığına uğruyoruz. Kötü finalle biten muhteşem dizilerin yarattığı hayal kırıklığı gibi karşımızdaki kişiyi aslında hiç tanımadığını anlayınca hüsrana uğruyorsunuz. Bu öyle bir hayal kırıklığıdır ki Game of Thrones'un yarattığı hayal kırıklığıyla kıyaslamaz bile.

Tabii bunu da kabul etmeliyiz ki bazılarının oyunculuğu gerçekten de takdire şayan.


Bütün bunlarla birlikte insanlarla olan güvenimiz yok oluyor. Maskeli bir oyuncu bütün hayatımızı mahvediyor. Herhangi bir kişiye olan güvenme inancımızı kaybediyoruz. Buradaki en hüzünlü şey ise bir kere yanlış kişiye güvendiğimiz için artık doğru kişiye bile güvenemeyecek olmamız. Böylece etrafımızdaki insanlarla aramıza görünmez bir duvar örüyoruz. Artık birisine rahatlıkla derdimizi anlatamıyoruz, kendimizi açamıyoruz. Çünkü artık kimseye güvenemiyoruz. Konuşuyoruz ama bir şeyler anlatmıyoruz ve anlaşılmamaktan yakınıyoruz. Böylelikle psikolojik yalnızlığa sürükleniyoruz.


Buradan itibaren kalabalık içindeki yalnızlığımız başlıyor. Bu yalnızlık, insanın boşluk duygusuyla karışık kendini dünyadan kopmuş hissetmesi artık yalnızlığı, arkadaş eksikliği ya da başkalarıyla birlikte olma arzusundan çok daha öte bir şeye dönüştürüyor.


Bundan sonra her ''Nasılsın?'' diye sorulduğunda ''İyiyim, sen nasılsın?'' diye otomatikleşen hatta bir gelenek haline gelen cevapları vermeye başlıyoruz. Her şeye rağmen hayatta devam ediyoruz; hüzünlerimizle, acılarımızla, dertlerimizle tek başımıza yaşamaya öğreniyoruz. Aslında öğrendiğimizi zannediyoruz. Çünkü içimizde büyüyen kar topu bir süre sonra bir çığa dönüşüyor. Biz ne kadar görmezden gelmeye, duymamaya çalışsak da içimizde çığlık daha da yükseliyor. Ve tek bir soruyu merak ediyoruz: Beni neredeyse sağır edecek bu çığlıkları neden hiç kimse duymuyor?


Not: Komşuların evden gelen kokudan rahatsız olup polise haber vermesiyle öldüğünün anlaşılması gibi acı bir ölümden daha kötüsü varsa o da etrafında herkes varken kimsesiz ölmektir.