Bazen anlatmak istersin. Böyle tükenircesine konuşmak, hani derler ya biri ağzında öbürü boğazında diye, işte tam da öyle susmadan, durmadan anlatmak ve dökmek istersin içindekileri… İçindeki yük bazen o kadar ağır gelir ki ne taşımaya gücün yeter ne de sırtlanmaya. Bunu bildiğin halde yiğitliğine de laf gelsin istemezsin, iki büklüm üstlenirsin o yükü. Başta pek yormayan, hatta seni daha da güçlendirdiğini düşündüğün o yükle yürüdüğün yol uzadıkça işler değişir. Nasıl uzun süre elinde taşıdığın bir yük daha ağır hissedilmeye başlıyorsa, kalbindeki yük de tıpkı öyle... Zaman geçtikçe ağırlaşır. Kollarında derman kalmaz, ayakların yürümez olur, sırtın ise kambur… Ama sen hala inatlaşırsın hayatla, tek başıma her şeyin üstesinden geleceğim diye. Halbuki bu üstesinden gelmek dediğin şey, zamanla altında ezilmek olur. Ezildikçe çığlık atmak istersin, avazın çıktığı kadar bağırmak ve yoruldum demek istersin. Ancak yükün o kadar ağırdır ki sesin soluğun kesilir, çığlıkların susar. Birinin yüreğinde yankı bulsun istediğin sessiz çığlıklar sadece kendi yüreğinde yankılanır…