Yaşamın tüm ihtişamlı görünümünün ardında, her bir ayrıntının üzerine eğilmeden fark edilemeyen donuk, durağan ilerleyişinin kısa bir anlığına bir ayaz rüzgarı edasıyla tüylerimi ürpertip geçip gitmesiyle irkildim. Bir sigara çıkardım, çakmağı bulamayıp mutfak tezgahı üzerinde duran gazı bitmiş çakmakla ocağı yakacakken masanın üzerinde kalan birkaç parça tabak çanak ilişti gözüme, alıp evyenin kenarına istifledim. Önce ocağı, sonra eğilip sigaramı yaktım.

Çıt çıkmıyor bu evde. Ne yüksek sesli bir müzik, ne bardağın kenarlarına çarpan çay kaşığı, ne bir insan sesi. Günlerdir kendi sesimi dahi işitmediğimi farkettim. Ölsem ancak bu kadar sessiz olabilirdi sanırım. Ölümüm ve yaşamım arasındaki farksızlık artık kanlı canlı önümde duruyordu.

Arada bir kız kardeşim uğrardı yanıma, fakat benim kasvete bürünmüş benliğim onu fazlasıyla rahatsız etmiş olmalı ki artık yanıma uğramak şöyle dursun arayıp sorduğu bile yok. Bundan daha acı olan ise benim bu durumdan ne bir üzüntü ne de bir eksiklik duymamamdır. Bu yanım hep böyle hatırsız, gönülsüzdü. Ömrüm boyu bir kimsenin eksikliğini hissettiğim olmamıştır. Dünüm ve yarınım arasındaki tek fark, benim varlığımla bir ilintisi olmayan, benim için çoktan durmuş olan zamanın bir sonraki güne devrilmesinden ibaret.