Bizim yollarımız sevdanın ilk koruyla ayrıldı. Ömür hayaliyle arşınladığımız yollar birbirimize çıkmaz olunca, birer cevher yaptık özünden. Öyle bir cevher ki; lanetini de beraberinde taşıdık sevda ateşinin. Benim öfkem bizi serdi yere, senin öfken intikamla yeniden ayaklandı. Öfkemiz söndü mü, söndü elbet. Bana kalırsa, bizim yollarımız esasında ilk ateşin düşüşüyle ayrılmadı. Ne zaman ki cevheri farklı gönüllerin fedakarlığıyla yontmaya başladık, ne zaman ki güvende olmanın ancak güven duymamanın heyecanıyla birbirimize gardımızı aldık, ne zaman ki yollarımız iki pistolün göz göze geldiği bir heyecanla kesişti... O vakit bizim düellomuz başladı. Sevda ve öfkenin renkleri puslu tonlara büründü ve bir sis perdesi pişmanlıkla ortadan kalkıncaya kadar aramızdaki kelimeler binlerce kez süzüldü. Bizim sevdamız benim öfkemle ölmedi, ölmedi elbet. Bu cevher senin galibiyetinle sönmedi de. Öyleyse ne oldu? Lanet bir süre sonra can yakmamaya, verdiği acı ilham getirmemeye başladı. Ne dönebiliriz artık geriye, ne de hiç yürümemiş gibi davranabiliriz artık. Nasıl ki yolun başına düşen sevda ateşinin yolu ikimiz içib bir değilse, bu cevherleri yüklenip yola çıkan kalpler de aynı değil.