Mutsuzluğum artık keyfimi kaçırmıyor. Kendimi birlikte yaşamayı öğrenmem gereken bir lanet gibi görüyorum. Kaçınılmaz bir hastalığa sahip, iflah olmaz bir hastayım. Ruhuma kurduğum salıncaktan düşen çocukluğuma yaptığım pansumanı kendime yapamam. Yaralarım bu denli tatlılık, bu denli huzur barındırmıyor. Hiçbir tutam neşe yok içinde. Ne uğruna aldığımı bile bilmediğim görünmez yaralar…
Mesela bugün, ansızın kendimi bahçemdeki kum torbasının yerine asmak istedim. Aslında ölmek de istemiyordum. Ölüme dair tek bir düşünce bile yoktu aklımda. Yalnızca o an bu bana çok güzel bir metafor gibi geldi. Kendimi dakikalarca kum torbasının yerinde sallanırken hayal ettim, yediğim yumrukları ve insanların rahatlayışını seyrettim. Evet, ölmek istemiyorum, en azından kendimi öldürmek istemediğimi kabullendim. Arada bir anımsadığım bir fantezi gibi intihar düşüncesi. Hiçbir his uyandırmıyor içimde. Sadece bazı zamanlarda yaşamamayı diliyorum. Keşke yaşamamak için ölmekten başka çareler de bulunsa. Gerçi böyle bir şey bulunacak olsa eminim ki ben çoktan bulmuş olurdum. Var olmamış olmamayı da diliyorum. Bazen de tekrar var olmayı, ben hariç bir şey olarak ya da hiçbir şey olarak.
Ah keşke ben de hatalarım, acılarım ve yaşadığım bokluklar için başkalarını suçlayabilseydim. “O” yaptı deseydim, “böyle yaptılar” deseydim sıyrılırdım. Üstümden bir yük atardım, kalkardım ayağa ve “İyi yırttık ha!” derdim. Tabii ki böyle yapamıyorum, yalnızca yaşadığım ve yaşattığım her boktan kendime pay biçiyor ve onlardan yük payımı fazlasıyla alıyorum. Kurtulduğumu veya atlattığımı sandığım her şey gün geldi tekrar karşıma çıktı. Yıllarca yendiğimi sandığım her zorluk tekrardan karşıma çıktı. Tüm yıllarım ve çabalarım sanki bir hiç uğruna heba oldu. Uğruna çabaladığım her şeyi yitirdim ve yok ettiğim her şey tekrar var oldu. Ben ise çektiğim acılar ve bana acı çektiren her şeyle olduğum yerde kaldım. Çabalarımın bir sonu olmadığını fark ettiğimde ise kendimi bir uçurumda asılı kalmış gibi hissettim. Ne ölmüşüm ne de hayatımı yaşayabilmişim. Ölüm birkaç yüz metre altımda, hayat ise bir kaç metre üstümde. Ben ise arasında asılı duruyorum. Ah, bağırsam belki kurtarırlar, ah, belki biraz gücüm olsa kendimi aşağı bırakabilsem…
Bilemiyorum, aslında ben hiçbir zaman bilemedim. Hep böyleydim. He, evet! Bunu istemiyorum, şunu istemiyorum, bu kaka… Peki ne iyi olan? Peki ne istiyorum? Ne ihtiyacım olan? Yanlış sorularla ulaştığım doğru cevaplar beni bir yere götürmedi.
Neyse ki ne olursa olsun yüzümdeki o acı dolu gülümseme silinmedi. Bilmeden, inanmadan, yaşamadan, mutlu olmadan, kazanmadan ve rahat olmadan güldüm. Aslında ben hep gülerim. Gözlerimdeki ışıltı hiçbir zaman korkuya dönmedi. Tüm saplantılarıma, acılarıma, kayıplarıma ve başarısızlıklarıma bakıp hâlâ gülüyorum. Henüz bitmedi, bu savaş henüz bitmedi. Evet, ben çok kaybettim ama henüz bitmedi.
Tutku Silahtar
2021-12-06T17:07:06+03:00Çok iyiydi.
Haneke
2021-12-06T17:03:42+03:00Güzel bir üslubunuz var. Bu kalemi daha sık okumak isterim. Ellerinize sağlık.
Börteçine Yalçınöz
2021-12-06T15:52:13+03:00Yorumlarınız için çok teşekkür ederim :) Çok uzaklardan birilerinin de aynı şeyleri düşlediğini ve hissettiğini bilmek insana hoş geliyor. Ve kesinlikle ölümün tutkulu, çekici bir tarafı var
Aysu.
2021-12-06T15:26:11+03:00Çok tanıdık bir kalem yazmış gibi hissetim okurken, sanki benimkinden dökülmüş gibi. Ziyadesiyle özetlemişsiniz içimden geçenleri, çok hoşuma gitti. Ellerinize sağlık. ❤
Mısra Ergök
2021-12-06T15:24:55+03:00Ölümün belirsizliği korkutucu gelse de bazen çekiyor kendine sonsuz bir girdap gibi. Bir tutku, ondan kopamıyorsunuz. Ama bununla da yaşamak gerekiyor sanırım. Beğendim yazınızı. :)
Jean Valjean
2021-12-06T14:51:42+03:00Kendimi birlikte yaşamayı öğrenmem gereken bir lanet gibi görüyorum.
Çok sevdim bu denemeyi. Ellerinize sağlık.