Sevgili Hypatia;
Yakında seni sunağın önüne doğru sürükleyeceğiz. O an geldiğinde, acın daha da derinleşecek, her yer karanlığa bürünecek ve etrafındaki her ışık kaybolacak. Diz çöküp erkeğe, bize yalvaracaksın. Kudretimizi bahşeden tanrıların önünde bir kadına karşı daha zafer kazanacağız ve şanımız yürüyecek. Başımız dik duracak…
Ama hayır! Sen boyun eğmeyeceksin değil mi Hypatia? Biliyorum, başkaldırıp erkeklere, iktidara, rahiplere ve Tanrı'ya karşı dik duracaksın. Biz de tarihin en büyük sillesini yemiş bir halde devam edeceğiz karanlığımıza…
Ah güzel Hypatia;
Ölmelisin sen... Toprağa dönüp kendi köklerine karışmalısın. Düzen böyle devam etmeli. Biz, Tanrı'nın erkekleri olarak var olmalıyız. Seni parçalayıp midye kabuklarıyla etinden ayırmalıyız ki bir daha asla bütün olamayasın. Öl, Hypatia! Acele et.
(…)
Hypatia'yı tanımlamak nasıl olmalı? Modern tarih onu bir astronom, bir matematikçi, bir bilim insanı olarak tanımlıyor. Hypatia buz gibi birkaç teoremden ibaret olabilir mi? Yoksa kadın kimliğiyle gerçekleştirdiklerini mi vurgulamalı? Bütün tanımlar tarihin esas seyrine karşı büyük haksızlık içeriyor. Hypatia'nın karşısındaki acizliğim ve düşünsel tutsaklığım, yazmak istediklerimin önüne geçiyor. Onu tarihin içinde hissetmek istiyorum. Bu his o kadar baskın ki, onu hayal gücümle canlandırmam gerekiyor. Zamanda geri dönmek; uzaklara, antik İskenderiye'ye gitmek, onunla doğmak, büyümek, çocukken ortak hayal kurmak, oyunlar oynamak düşsel bir teselli olurdu...
Babası Theon'la sonsuz gökyüzüne uzanıp fikirlerini paylaşmak, evrenin derinliklerinde bir merkez aramak ve kilisenin baskısına rağmen fikirlerinden vazgeçmemek... Sonra ölüme de birlikte gitmek... O bunu yapmadı mı?

Tamamen erkek egemen bir toplumda, bir pagan kızı olarak dünyaya gelmişti. Hıristiyanlığın yükselişte olduğu, büyük çatışmalara gebe bir toplumda genç bir kadındı. Diğer filozoflar gibi hakikati arıyordu. Platon'dan biraz, Ptolemy'den biraz etkilenmişti ve yeni fikirler üretiyordu. Genç yaşından itibaren büyük bir filozoftu ve halkın ilgisini çekmeyi başarmıştı. İskenderiye'de kadınların eğitim almasının yasak olduğu dönemde erkek öğrencilere eğitim veriyordu. Böylece toplumsal düzenin cinsiyetçi sınırlarını da sonuna kadar zorluyordu...
Başarısının sırrı, erkeklerden uzak duruşunda yatıyordu. Hiç evlenmediği söylenir Hypatia'nın. Bir keresinde soylulardan birinin evlenme teklifine adet kanıyla boyanmış bir bezle cevap verdiği rivayet edilir. Hypatia kanını gösterirken kadının doğaya aidiyetini hatırlatmak istemiş kuşkusuz. Kadın, doğanın bir parçasıdır. Doğadan kopuk bir eril zihniyet kadının köleliğidir sadece. Bu "soylu" teklifi reddedip kendisini bilime adamış.
Felsefi duruşuna kadın sezgileri ve doğaya bağlılığı da eklenince, büyük bir düşüncenin ortaya çıkması kaçınılmazdı. Uzun çalışmaların ardından, evrenin merkezine Güneş'i yerleştirdiği bir fikri ortaya attı. Bu düşüncede ısrar ettiği için vahşice öldürüldü. Hypatia’nın fikirleri ölümü ile son bulmadı çünkü ortaya attığı teori yıllar sonra Kepler tarafından kabul gören bir gerçeğe dönüştü.

Dönemin erkek egemen iktidar anlayışı olan dini yapılar bu durumu kabul edemedi. Nasıl olur da bir kadın, erkeklere akıl verebilirdi? Bu durum, Sümer Rahip devletlerinde ortaya çıkan anlayışın tam tersiydi. Çünkü Sümer Rahiplerine göre tanrı, kadının erkek için yaratıldığını buyurmuştu sadece.
Hypatia'nın kadın gücüne dayanan bu duruşu, kirli tarih sayfalarında pek bulunmaz. Yaşam tarzı ve düşünce biçimi, büyük bir eril akla karşı duruşun sembolüdür. Topluma sunulan meyveleri reddederek büyük bir direniş gösterdi Hypatia! Bu, doğal toplumun ahlaki ve politik değerlerine olan özlemin bir ifadesi olarak yorumlanabilir. Bilim, ilk olarak kadın liderliğinde toplumun yararına kullanılmıştı. Sonrasında, toplumun yıkımını başlatan eril zihniyet, bunu kirletti. Hypatia'nın kişiliği, tekrar o döneme olan özlemi sembolize eder.
Tüm bunları yaşadıktan sonra, dönemin baş rahibi Cyril tarafından hedef gösterilip cadı ilan edildi. Cyril, mitolojik bir karakter gibiydi. Hypatia'nın sonu, Tanrıça Tiamat ve İnanna gibiydi. Bedeni parça parça edildi. Tarih boyunca aslında parçalanan kadınlar değil toplumun özgür yaşam hayalleriydi. Fakat Hypatia'nın ölümüyle ne değişti ki?
Suçluyum Hypatia!
Atalarımın izinden giden bir erkek olarak suçluyorum kendimi. Gitmenle birlikte yaşam düzenini kontrolünde tutan sistemler aynı eril aklın ürünü. Seni yok ettik ve hala yok etmeye devam ediyoruz ama ben artık nefes alamıyorum. Kirli düşüncelerimden arınmak, seninle buluşmak, seninle güzelleşmek istiyorum.
Hypatia, sana doğru uzatmak istiyorum ellerimi. Eski, kör zihniyete karşı mücadele etmek istiyorum. Lütfen gitme,
Hypatia... Sen ölmemelisin! Sen öldükçe toplum ölüyor, güzellikler ölüyor... Sen öldükçe ben ölüyorum...
Lütfen ölme Hypatia!

Yazı için Berat Birtek’ e sonsuz teşekkürler🌿