Yazılarıma sevgili kağıdım, ekranım diye başlayabilirim ama o kadar çok özlemişim ki yazmayı; başlığı sevgilim günlük olarak tuşladım.


Beynimizi hırpalayan o gündelik rutinlerle barışalım bence, bir yolunu buluruz. Belki de bulamayız, o başka bir konu olsa gerek.


Kendimize, bakmaktan korktuğumuz içimize soracağımız sorular ne olurdu ki?

Ben başlayayım, isterseniz devamını getirin canım, karar sizin. Tek derdim yazmak olsaydı ortak ve açık bir platformda tek başıma yazar, beğeni beklemezdim ki...


Soruların arasına izninizle ben de kendimle karışayım, siz onları okuyun geçin. Cidden, kendinize odaklanın. Beni, klişeleri, imla kurallarını unutun gitsin.

Arada unutup kaybolmak iyidir, kendimize dönebilmek ya da bulabilmek şartıyla.


Öğretilmiş ve aslında bir türlü öğrenmek istemediğiniz şeyleri hiç kurcaladınız mı? Neden, diye baktığınızda korkuttu mu o -varsa- derin uçurum?


Özgürlük ağır bedeller karşılığında kazanılıyor. Neyi, kimi ne kadar bırakacak ya da elleriniz titreyerek, kalbiniz pırpırlanacak kadar ciddi kararlar alabildiniz?


Benim aslında istediğim buydu, diye, bir hayali paçasından yakalayıp gemileri yakıp yıkıp limana döndünüz mü? Herhangi bir limana? Sonra ne oldu?


Merak ettiniz mi özünüzü? Ünvan, kariyer, ebeveyn, kardeş, çocuk değil. Gerçekte biz ne istedik; unuttuk ya çoktan... Hiç merak etttiniz mi? Ettiyseniz o yola bir bakayım mı dediniz yoksa hiç gerek yok mu dediniz?


Azıcık siz de yazsanız ne güzel olur. Ben o güne bakmayı, o hislere mümkün olduğunca duru bakmayı hep sevmişimdir. Belki siz de bakar ve yazmak isterseniz çoğalırız diyorum.


Denesek ne kaybederiz ki? Yazın gitsin, hayat kısa. Kelimeler bulut, gökyüzü defter.