Ziyan olmakmış zehri, kalanımızın
usulca salınır saçlarını rüzgara
rengini kaybetmiş bir karahindiba
dokunur bir nefesten,binine.
dökülen yaşa, aklanmış yürek denen her taşa.
İklime düşer dertlerim
dermanıyla yıkanmamışsa, amansız mevsimler
atmışım kendimi dünyaya
iki dağın arasındayım, yüzyıllar geçti
ben hala iki dururum bir koşar
ve ne zaman aynı tarihe dönsek dünyayla
bir umut tutar seni, belki de
çıkılmaz Farklı yoldan aynı umuda
midemde ölü kaldıysa, kelebekler
kanatlanır ya, karahindiba
kesik atar gönlümüze
canından koparak
canan olmaya…
Bakma,
kesilmiş cezam, ölümden önce
kesik kesik, ölüyoruz her akşam.
tüm yıldızları kaymış yüzünde
bir gök olsam, arınsam tüm renklerimden
vazgeçip, kuşansam seni
göğüm desem de ışığına,
seni sarmalayan, bir gölge olsam
gözlerime parıldasan
parlatsam daha çok,
yankı yankı, çoğaltsam ismini
taşıp bir isyan gibi dökülürsen
canımdan süzülerek,
şakaklarıma.
acılarından taşınıp,
“sevincimin akranı” olmalısın.