Yakın zamanda bir arkadaşım tarafından bana gönderilen bir mesajdan sonra aklıma takıldı, eşyalara atfettiğimiz anlamlar ve yüklediğimiz değerlerin zaman içerisinde değişmesi meselesi.

Geriye dönüp bakıyorum da çekmece içlerinde biriktirilmiş her tür kalem, beğendiğimiz çeşit çeşit simgeleriyle koleksiyon yaptığımız anahtarlıklar, hiç yazmayacağımızı bilerek alıp rafına dizdiğimiz defterler, rengine şekline aldandığımız kupalar, fincanlar ve dahası... Anneannelerimizin, babaannelerimizin ördüğü desen desen patikler, halalarımızın, teyzelerimizin göz nuru sehpa örtüleri ve hatta ipi kopup etrafa saçılsa da atmaya kıyamadığımız tespihler, yanmamasına rağmen hatırası var diyerek elimizde tuttuğumuz çakmaklar...

Öyle ki bunların arasına fotoğrafları da ekleyebilirim. Belki aynı şey değil diyeceksiniz ama benim için değişen bir şey yok. Bir fotoğraftan bir tane olur, yüzlercesine gerek yok ki! Eskiden olsa o koca koca albümlerin içerisine sırasıyla dizilmiş, birbirinin aynısı fotoğraflar şimdi telefonların galerisini dolduruyor. En kolayı olduğu hâlde bazen onca fotoğrafın arasından birini seçip sosyal medya hesaplarımıza profil fotoğrafı yapmakta zorlanıyoruz.

Şeylere atfettiklerimize bakıp nesnelere değer vermek zamanla külfete biniyor zannımca. Etrafımız, sağımız solumuz çer çöp, fazlalık oluyor. Yaşam alanımızın daraldığını hissediyor, şeylerden kurtulmak istiyoruz, kabul! Elbette istisnalar olup istikrarla devam edenler vardır ancak bakıyorum da çekmece içlerim, dolap raflarım, kalemliğim ve kutularım. Yıllardır ağzına kadar tıklım tıklım olan şeylerden artık hevesim geçince nefes alacak atmosfer istiyorum.

Gözüm bir an arkadaşımın mesajına maruz kalan mavi kupama takılıyor. On yıllık. Üniversiteden kalma. Ardı ardına içtiğim kahveler, soğuttuğum çaylar, zayıflamaya teşebbüs ederek sarıldığım yeşil çaylar ve dahası... Anahtarlıklarımdan ve kimi kalemlerimden vazgeçsem de duygusal yakınlığımı aktardığım bazı nesnelerden hâlâ vazgeçemiyorum.

Bir süre sonra rengi, şekli değil de eşyanın kişisel zamanımızdaki anılarımıza tanıklığı söz konusu olunca vazgeçilmiyor kendisinden. Tıpkı sandık içlerinde sararmaya yüz tutan çeyizlerin binbir ümitle, hayalle mana kazanması gibi. Velhasıl, şeyler artık biçimini kaybedip duygusal hafızanın şeklini alıyor zamanla. Kişisel evrenimizde kendini sıklıkla anımsatacak kadar...