Çoban fenerleri yanıyor dağların uzak yamaçlarında
Diri diri, körpe tavşan çorbası tütüyor
Sarı patateslerin buruşuk kabukları soyulup çatlayınca kadar kavruluyorlar
Kararmış cezvede gece kahvesi…
Parlak yıldızların geniş gövdelerinden süzülen ışıklar, koyunların tüylerinde soğuruluyor
Yaşlı çoban, kurumuş ekmeğin tiftiklenmiş sakallarını mataradaki kireçli su ile ıslatıyor
İnce bir rüzgar yalıyor koyunların kirpiklerini
Ben var olmaktan vazgeçiyorum.
Miskin şeytanlarım uzun sakallarını okşayıp kulağıma eğiliyorlar
“Kayışı kopmuş sarı şair sandaletlerini kel taşların ensesinde kaybedin mi?
Hadi artık evine dön!” diyorlar.
Neresi benim evim?
Tanrı ile konuştuğum her gece, genç ormanların derinlerine salınıp, dev kayın ağaçlarının köklerinde kendimi yeniden doğuruyorum diyorum.
Biliyoruz diyor şeytanlarım
Benim için dua ediyorlar.
Koyunlar uykuya dalıyor.