Slow müzik canlı bir yaratık gibi insanların bedeni arasında kıvrıla kıvrıla dolaşıyordu. Mekandaki çakırkeyif insanlar ritimle birlikte sağa sola sallanmaya başlamışlardı. Loş ışıkların altında huzuru bozan tek şey bir grup genç kızın cırlak sesleriyle dedikodu yapan seslerinin gürültüsüydü. Uzun süre görmezden ve duymazdan gelmeye çabaladı kadın fakat bir yerden sonra artık sesler zorla kulağına girmeye başladı. Barda oturan bir adam hakkında konuşuyorlardı. Nedense sırtını görüyor olmasına rağmen adam hakkında söylenen nahoş sözler kadının zoruna gitmişti. Birden kalktı ve genç kız grubunun yanından geçerek kızları rüzgarına boğdu. Hiç düşünmeksizin adamın yanındaki tabureye yerleşti. Barmene doğru eğilerek iki viski istediğini ama tekini yanındaki derbeder adama göndermek istediğini söyledi. Barmen sırıtarak karşılık verse de kadın hiç oralı olmadı. Barmen iki peçeteyi önlerine koydu ve beline kadar viskiyle dolu bardakları üstüne yerleştirdi, adam masaya sabitlenmiş bakışlarını önüne konulan bardağa kaldırdı. Barmene baktı, barmen pişkince sırıtarak gözüyle yanındaki kadını işaret etti. Adamın bakışları kadına döndü fakat kadın zaten adama bakıyordu. Kadın şaşırmıştı. Bu kadar yakışıklı bir adamın böyle izansız bir kız grubuyla ne işi olabilir, diye düşünmeye başladı.
"Teşekkür ederim," dedi adam ve kallavi bir yudumla bardaktaki bütün içkiyi bitirdi.
Yüzü kırışırken oluşan komik görüntü kadını güldürdü.
"Ruhum acıyla dolu."
Adamın tok sesindeki kendine has tını kadını mest etmişti. Kadın bildiğini belli eden bir bakışın şefkatiyle adama baktı. Adam kadının ruhuna sarıldığını hissetmişti. Aslında hislerini öyle kolay açabilen bir adam değildi ama acıya gark olduğundan kelimeler önemsizleşmişti.
"Kalbini aç," dedi kadın bir sır verir gibi.
Artık taburelerin üstünde birbirine dönük bedenler vardı.
"Kalbinin değerini bilecek insanlara fırsat vermelisin," dedi ve sağ avcunu adamın kalbinin üstüne koydu.
Adam büyüleniyor gibi sadece kadını izliyordu, kulakları kadının dudaklarından çıkacak sözlere kilitlenmişti.
"Geçmişin önemi şimdiye kadardır," dedi kadın ve yüzünü kız grubuna çevirdi.
"Sen daha iyilerine layık olduğunu düşünmezsen kaderin de düşünmez."
Ellerini adamın yanaklarına yerleştirdi.
"Ve onlar geçmişte kalmalı," dedi yumuşak bir ses tonuyla.
Kadın yüzünü adama yakınlaştırdı ve dudaklarına öpücüğünü kondurdu, yavaşça adamın üst dudağını öpmeye başladı.
Adam kıpkırmızı kesilmişti daha önce hiçbir kadın tarafından böylesine öpülmemişti. Sanki açıkta kalan yaralarına pansuman yapan bir öpücüktü bu. Yaraları temizleyen, kanı durduran bir öpücüktü.
Tutkuyla öpüşmeye devam ettiler. Lakin mekandaki sesler müziğin ağır ritmi altında ezilmiş gibiydi. Bazı ruhlar birbirini ne kadar iyi anlayabiliyordu. Oysa anlayan bir ruh arandığında asla ortaya çıkmazdı.
Kadın dudaklarını geri çektiğinde adam gözlerine yağmur yağıyormuş gibi oldu. Fakat aralarında göz göze bakacakları kadar mesafe kaldığında kadın duraksadı. Adamın gözlerinin içine bakarak, iki eli de adamın yanağındayken mırıldanmaya başladı.
"Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip..."
Adamın yanağını kırılacak bir kalp gibi narince okşadı.
"Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile,
Dayan iş ile."
Kadının elleri adamın kucağındaki ellerine uzandı ve adamın ellerini tuttu.
"Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni."
Bir insan bir insanı gözleriyle de sevebilirdi. Kadın adamı gözleriyle sevdi. Ellerini bıraktı ve tabureden kalktı.
Adam kendini kadının okuduğu şiirin güzelliğine öyle kaptırmıştı ki kadın yanından öylece çekip giderken peşinden gitmek aklına son anda gelmişti. Kadının tesiri altında peşi sıra alelade adımlarla ilerlerken hala şiir zihninde dolanıyordu.
Park yerine geldiğinde kadın arabasının uzaktan kilidini açtı.
"Kimsin sen?" diye seslendi adam.
Kadın gizemli bir gülümsemeyle söyledi: "Seyyah."
Adam afallamıştı, alnının ortasındaki düz nehirde iki kürek hareketlendi. Kadın adama doğru yürüdü. Adama sımsıkı sarıldı ve birkaç dakika öyle bekledi. Geri çekildiğinde adam kadının kollarına doladığı belini çözmemişti. Kadın gülümseyerek adamın saçına uzandı, açık kumral saçlarının arasında parmaklarını gezdirdi. Parmakları bir seyyahın parmakları gibi saçlarını sevdi ve şakağına indi, oradan yanağına indi. Gözleri kesiştiğinde adam ne ne diyeceğini biliyordu ne de ne demesi gerektiğini.
"Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?"
Kadın gerçekten de sormuştu. Şiir kadının dudaklarıyla can buluyor ve sesiyle deviniyordu. Adam daha önce hiçbir şiiri kadının dudaklarından dökülen şiir kadar sevmemişti. Hiç şiir ezberlemediği için hayıflandı. Kadın adamın kollarından zarafetle sıyrıldı. Arabasına doğru giderken bile gözleri adamın gözlerindeydi.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu adam.
"Sen nereye gidiyorsun?" diye sordu kadın.
Motor çalıştı ve araba usulca park alanından çıktı, adam arabanın peşinden yürüdü ve gittiği yola baktı. Artık hiçbir önemi kalmamıştı yaralanmaların, aldatılmanın, yalanların. Yeni umutlar kalbinde çiçeklendikçe silip süpürmüştü kötü olan ne varsa. Kalbinin öldüğünü zannederken göğüs kafesinde yeniden ötmeye başlayan bir kuş gibi dirilmişti. Eski püskü kalbiyle yeni nefesler aldığını hissediyordu adam. Ertesi gün arabasıyla Türkiye turuna çıktı. Adam durduğu her durakta gizemli seyyahı arıyordu. Gözlerinde gözleri, dudaklarında öpücüğü kadının peşinde geçen yollarda yıllar harcadı. Nerdeyse gitmediği şehir kalmamıştı ama seyyahtan ne bir iz ne de bir haber vardı. Tam umutsuzluğa düşecekken yolun sonunda kıvranan gün batımı seyyahın gölgesi gibi adamı yeniden peşinden sürüklüyordu. Nihayetinde memleketine döndü adam, arabasıyla şehre sahilden giriş yapıyordu. Denizin tatlı huzuru güneşin cilvesiyle hareketleniyordu. Ve sahildeki bankların birinde tek başına oturan ve elindeki kitabı okuyup kendi kendine gülen kadın adamın dikkatini çekti. Kadının yüzünü görmeden tanımıştı adam ve binbir şaşkınlık tonuyla aceleyle arabasını yasak olmasına karşın sahilin karşısına park etti. Koşarak karşıya geçti ve bankın tam arkasında duraksadı. Ne diyecekti? Ne demeliydi?
"Sonunda," dedi kadın.
Ve ayağa kalktı, arkasına döndüğünde göz göze geldiler. Kadının kitabı bankın üzerinde duruyordu ve rüzgar afacan bir çocuk gibi kitabın sayfalarını karıştırmaya başladı. Kadın gülümsediğinde adam eli kolu boşalmış gibi hissetti. Bunca zaman şehir şehir aradığım kadın meğer evimdeymiş, diye düşündü. Bir seyyahın peşine düşüp seyyah olduğunu söylemeli miydi? Hiçbir şey söylemedi ve kadına sımsıkı sarıldı. Yüzlerinde yayılan gülümsemenin adı kavuşmak olmalıydı.