O zamanlar Bayrampaşa’da oturuyordum ve hayatın güzel olduğu kanısındaydım. Kendimi genç hissediyordum ve kendini genç hisseden bir de sevgilim vardı. Zaten gençtik de. Ama önemli olan genç veya yaşlı olman değil, kendini genç veya yaşlı hissetmendir. Neyse. Sevgilim bizim eve gelir, sabahlara kadar öpüşür, koklaşır, birlikte sarılır yatardık. Her erkeğin hayal ettiği türden bir hayatım vardı. Halim vaktim yerinde, maddi durumum iyi ve her şeyden öte sevgilim çok güzeldi. Beyaz tenliydi. İnce belli, dolgun dudaklı, dişleri inci gibiydi. Gülünce gözleri yok oluyordu. O yüzden bana hep “güldürme beni” derdi. Gülünce daha güzel olduğunu düşündüğümden onu her zaman güldürmeye çalışırdım.

Aradan günler geçti. Karşı daireye yeni bir aile taşınmıştı. İsmini çok sonradan öğrendiğim Sezer abi, karısına karşı çok iyi davranan romantik bir adamdı. Ben de tam tersiydim. Kızlar tarafından “odun” olarak nitelendiriliyordum. Belki de öyleyimdir. Neyse, Sezer abiyle tanıştıktan sonra çok iyi arkadaş olmuştuk. Aramızda belli bir yaş farkı vardı fakat hiç de önemli değildi onun için. O benim evime gelir, karıların dedikodularını yapar ya da ben onların evine gider, birlikte maç izlerdik. Beni Sezer abiye bağlayan bir şey vardı. Onu o zamanlar çözememiştim fakat şimdi anlayabiliyorum: Bende eksik olan her şey onda tam manasıyla vardı. Ve karısı da çok güzel bir kadındı. Onların ilişkilerini, hayatlarını kıskanıyordum. Sevgilim bize geldiğinde ona sarılıp diyordum ki: “Bir gün Sezer abi kadar güzel hayatımız olacak, merak etme.” O da bana dönüp “Zaten bizim güzel bir hayatımız var.” diyordu. Ama o zamanlar hayatımın güzel olduğunu tam manasıyla fark edememiştim.

Aylar sonra bir kızları oldu. Çok çirkin bir bebekti, Allah affetsin. Çocuk evin neşesidir zırvalığına rağmen ilişkilerinde bir çıtırdama olmuştu. Sezer abi, karısının annesinden şikayetçi olduğunu öğrenmişti. Bunu bana neden anlattı bilmiyorum ama anlattığı sırada hiçbir şey diyemedim. Ben daha bu konular için küçüktüm, tecrübesizdim. Bana fikrimi soruyordu. “Ne yapayım Cemal?” diyordu, “Sen söyle.” Ben de “Olur abi öyle arada.” diyordum. Sinirleniyordu, bana değil, karısına… Annesiyle arasının iyi olmasını istiyordu. Ama karısı bunu pek beceremiyordu sanki. Aylar sonra Sezer abinin kapıyı sertçe vurup dışarı çıktığını gördüm. Sinirliydi, gözü hiçbir şey görmüyordu. Peşinden koştum. “Ne oldu abi?” dedim. Yüzüme bile bakmadan gitti. Akşama ayrıldıklarını öğrendim. Boşanma davası, velayetin anneye verilmesi falan derken dağ gibi Sezer abinin gözlerimin önünde yıkıldığını gördüm.

Bir gün sevgilimle evde oturmuş ilişkimizin nereye gittiğini konuşuyorduk. Hatta bu ilişkiyi daha fazla uzatmanın manası olmadığını söyledi bana. Göğsüme bıçak saplanır gibi hissetmiştim. Son kez sarıldı bana o akşam ve bunun son kez olduğunu bilmiyordum. Çekip giderken saçlarını topladığı tokayı saçından çıkardı, masanın üstüne koydu. Kapıyı yavaşça kapattı, gitti. Koltukta kalakalmıştım. Aniden gelmişti ayrılık ve ne yapacağımı bilmiyordum. Biraz sonra kapı çaldı. Pişman olup geri döndüğünü sandığımdan heyecanla kapıya koştum. Sezer abiydi gelen. Hiçbir şey demeden içeri girdi. Eski karısıyla tekrar barıştığını anlattı. Bir çocuk kadar mutluydu. Onun mutlu olması beni de mutlu etmişti. Ama göğsüm hala yanıyordu. “Ne oldu oğlum sana?” diyordu, “Yüzün bok gibi.” “Ayrıldık abi.” dedim. Elini omuzuma attı. “Bak kardeşim,” dedi, “Her kız gelip geçer ama eğer onun doğru kişi olduğunu düşünüyorsan peşini bırakma.” “Öyle mi dersin abi?” dedim. “Tabii oğlum, koş hadi.” dedi. Heyecanla çıktım kapıdan. Evine doğru giderken yolda yakaladım onu. Tuttum kolundan, çevirdim kendime. “Evlen benimle.” dedim. “Olmaz.” dedi. Gitti. Bu sefer de sokakta kalakalmıştım. Küsmüştüm. Bana bu tavsiyeyi veren Sezer abiye de hayata da o karanlık sokakta yürüyüp giden sevgilime de... Hiçbir şey yapasım yoktu artık. Bundan aylar önce Sezer abiler kadar güzel hayatım olsun isterken şimdi sadece ölmeyi istiyordum.

Bir gece telefonum çaldı. Sezer abiydi arayan. Ağlıyordu. “Öldü.” diyordu. “Kim abi?” diyordum. Ama sadece “Öldü…” diyordu. Telefonu kapattım. Evlerine gittiğimde kapı açıktı. Yerde yatan Ceylin ablayı (Sezer abinin karısı) görünce ağlamak istemiştim. Yalandan değil, gerçekten ağlamak istemiştim ama ağlayamadım. Evden dışarı çıktım. Aklıma eski sevgilim gelmişti. Eve çıkıp kitabın arasından tokasını (Ayraç olarak kullanıyordum.) aldım. Koşarak evlerine gittim. Açtı kapıyı, içeri girdim. Yüzüne ilk baktığımda gözümde o bütün güzel anlar hızla geçip gidivermişti. Ama o yüzüme bakmak istemiyordu. “Beni seviyorsun hala.” dedim. “Asla.” dedi. “Kimseyi sevmeyi birden bırakamazsın.” dedim. Ağlamaya başladı. Hüngür hüngür ağlıyordu. “Öleceğim.” dedi “Yakında öleceğim ve bunu görmeni istemiyorum.” Hiçbir şey anlamadığımı söylediğimde kalkıp öteki odadan birkaç kağıt getirdi. “Kanser teşhisi konulmuş bir hastayım.” dedi. “Doktor çok yaşamazsın dedi acımasızca, anlıyor musun beni, güzel şeyler yaşayamayacağız, o Sezer abilerim kadar güzel hayatımız olmayacak.” dedi. Hiçbir şey diyemedim. Karısının öldüğünü bile söyleyemeden, elimdeki tokayı ona veremeden “Şimdi siktir git hadi.” dedi, “Benim için üzülmeni istemiyorum.” İttire ittire kapının dışına attı beni, sonra kapıyı kapattı. Ağlama sesleri geliyordu içeriden. Ben de ağlayarak sokağa çıktım. Eve gitmedim. Hüzün her yerimi sarmıştı, ikinci bir ten gibi. Sadece mutlu olmak istiyordum, sadece Sezer abilerin hayatı gibi bir hayatım olsun istiyordum ve tam da öyle bir hayatım olmuştu. 



10.01.2022