Kimseyi duymayacağım artık. Sesler yankılarıyla çevremi sarıp duracaklar öylece. Ve isteseler de bana ulaşamayacaklar. Bilmeyenler için daha da sesli bağıracağım: Ben çoktan o eşiği geçtim dostlar!


Ayağımda uzun yazlardan kalma terliğimle, uzun geçecek bir yazın daha kapısını araladım dün gece. Yüksek sesle söylediğim şarkılardan rahatsız olan komşularımı rahatlatmaya gidiyordum bir nevi. Artık sadece kuşları duyacağım dostlarım. Çeşit çeşit kuşları duyacağım. Elimi kalbime getireceğim, sonra yavaşça ve adlarıyla sesleneceğim onlara: bülbül, ispinoz, vermiyon ve Zümrüdüanka!


Bir yerlere giden bir gemiye bindim. Upuzun denizler, turkuaz koylar ve yorgun bakışlı adamlar çıktı karşıma. Ucu bucağı olmayan maviliklerin içinden geçtim. Yorgun bakışlı adamlar hep oradaydı, yanlarında şimşek gözlü kadınlar vardı. Gök gürültülü sesleriyle yorgun bakışlı adamlar, şimşek gözlerin arkasında yakalayacakları bir yaş bulutu ararlar; bir bulutlanma görmeyedursunlar, tüm şimşekleri çaktırırlardı. Upuzun denizler kararır, ufukta görülen tüm adalar kendini belli ederdi o anlarda. Adalar severdi bu havaları, maviler daha mavi olurdu çünkü. Her şey daha koyulaşırdı, dünya karanlığa gömülürdü. Gök gürültülü sesli adamlar ve şimşek gözlü kadınlar hiç oralı olmazdı. Tüm bir yaz birbirlerine bakar ve sonra uzaklara dalarlardı. Ve durmayan sağanaklar yağardı. Gemimiz dalgalarla baş edemez, bir limana demir atardı.


O demir atılan günlerden birinde indim gemiden. Sıkıldım çünkü koyuluğa gelemiyordum uzun süre. Yolculuğumda fark etmiştim bunu da. Yol insana, kendini gösteriyordu. Yola çıktım diye cesur oluyordum birilerine göre, belki de öyleydim. Bilmediğim yerlerde hiç görmediğim insanların yanlarından geçerken kimi zaman hiç tanımadığım bir ben karşıma dikilecek benimle kavga edecekti çünkü, ben bunu göze almıştım. Terliğimin ise hiç umurunda değildi. O bu yaz, kaybolmayı üstüne üstlük vazgeçilmeyi bile göze almıştı. Uzun yazlara şahit eden terliğimin son yazı mıydı? Son değil, söz verdim, her yazın ilk yazın gibi olacaktı. Bunu aslında kendime söylemiştim. Kaç kulak işitti evrende bu sözü ve yerin kulakları da duydu mu bunu? Terliğim üstüne alındı bu cümleyi. Yerin kulaklarını çok yanlış anladı o. Şimdi silinmeye yüz tutan turuncu rengi ondan mı parladı böyle? Ah dostum, ne olursan ol bir umut görmeyegör, kendinden geçiyorsun ya da koşarak uzaklaşıyorsun.


Dur koşma yavaşla daha işimiz var seninle! Bir adam söylemişti bunu bana. Koştuğumu sanmıştı. Halbuki kaçıyordum bir kapı bulma niyetiyle. Yine açılmayacak bir kapıyı zorlamış kilidini kırmıştım. Kilitli kapıları ise hiç anlamayacaktım. Bu denizlerin sevdiği yerde, buraları bilen bir kuş bulacaktım, sonra o kuş olacaktım, onun gibi yaşayacak, onu takip edecek onunla bütün olacaktım ve nihayet açılacak bir kapıya ulaşacaktım. 

Bir kapı yeterdi bize; bir kapı açmaya ve bakmaya, bir kapı görmeye, bir kapı ise kilitleyip içine saklanmaya. Saklanamazdı kızılgerdan. Dalların arasında kendinden rengiyle ilk gördüğüm anda ahengiyle dilime söyletmişti adını. Göğsünde İsa’nın kanı ve aslında adı umurumda değildi. Kızıl kahverengi tüyleri ve ötüşleri peşinden sürüklüyordu beni.


Bütün bir yaz böyle geçmişti işte. Ağaçlar savurmuştu bizi oradan oraya ve kızılgerdanın peşinde ben, gökte ve yerde aramıştık kapıları. Kimi zaman zorlamıştık kilitleri. Bir yuva da bana yapmıştı palamutların arasına. Kilitsiz bir yuvaya da ben yerleşmiştim daha sonra. 

Bir yuva bulmakla bitmiyordu hiçbir şey. Bir yuvanın içinde alınmıyordu her nefes. Tüm nefesler için başka bir dala konuyordu kızılgerdan. Ben o değildim, yerden yükselemedim. Her ağaçta farklı bir hikaye anlatıyordu kuşlar. Ben her hikayeyi dinleyemezdim. Bir hikayenin peşinden gitmek bile binbir yola sapmayı gerektirdi kimi zaman.


Kızılgerdan bana her şeyi öğretti. Ağaçları, kuşları, kilitli kapıları, yuvaları, hikayeleri anlamayı ve sağanak yağmurları da öğretti. Thor’un kutsal kuşu olmanın ne demek olduğunu, çakacak şimşekleri önceden bilmenin nasıl ürkütücü olduğunu da öğretti. Sağanaklara habersiz yakalanmayı özlediğinden de bahsetti bir gün. Ben de öğreniyormuşum yavaş yavaş öyle söyledi. Zaman alırmış her şey, yola çıkmalıymış, yolda olmayı, yoldaş olmayı da öğretti kızılgerdan.

Fakat yaz boyu peşimizden gelen şu adamın, ne demeye başı gökte dolaştığını sorduğum vakit, uçtu gitti.