Ne yaparsam yapayım soğumuyor içim. Her şey yolundaymış gibi geliyor. Ayağa kalkıyorum şimdi. Tekrar düşmeyeceğim. Yarınların kucağına atacağım kendimi. Son bir adım kaldı,derken… Her şeye geç kaldım hissi… Tutup çekiyor beni kendine. Sonra yürümeye başlıyorum, hatta bazen koşuyorum. O son adıma gelene kadar gücüm hep yerli yerinde ama ne zaman o çizgiye ulaşsam, elime bir silgi alıp o çizgiyi silmeye başlıyorum. Bırakıyorum bedenimi yere. Elime bir kurşun kalem alıyorum, parmak uçlarımla ulaşabildiğim en uç noktaya bir çizgi çekiyorum. Sonra en başa dön. Tekrar ayağa kalk, tekrar o çizgiye doğru yürü. Son bir adım kaldı.
Hani, kilometrelerce yürürsün ve üzerinde haber verecek olmanın telaşı ve heyecanı yoktur. Eskiden bir durak öteye yaptığın yolculuklar şimdi sonu bitmeyecek olan yolculuklara dönüşse bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü ulaştığımız evler, şehirler ve ülkeler, geride bıraktıklarımıza gönderebileceğimiz kartpostallar olmaktan çıktılar. Üzeri silinmiş çizgilere, öteye atılmış sınırlara dönüştüler. Bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bununla başa çıkamıyorum. İnsanlar bana baktıklarında geçmişimi ve yaşadıklarımı bütün şeffaflığıyla görüyorlarmış gibi hissediyorum. Böyle anlarda kendimi çırılçıplak hissediyorum. Savunmasız. Birilerine anlatmak istiyordum. Acılarımı…Sadece anlatmak, onları paylaşmak değil. Ne zaman bir tebessüme heveslensem, ne zaman bir ışık görsem ertesi gün uçup gidiyor. Ben bu yaşıma geldim hala öğrenemedim uçmayı. Hiç kimseden çekip gidemedim. Belki de olduğumu düşündüğüm yerde değildim hiç. En çok kendimleydim. Sanırım ben kendimden bile gidemedim. Sığınmak istiyorum. Yastıklara, peçetelere değil. Sadece O’na sığınmak istiyorum.