Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde muhteşem güzelliklerin olduğu, mutlu mu mutlu bir ülke varmış. Halk padişaha bağlıymış, padişahı çok seviyorlar, onun her şeye gücünün yeteceğini düşünüyorlarmış. Gel zaman git zaman, padişah amansız bir hastalığa tutulmuş. Ülkenin dört bir yanından hekimler gelmiş, şifalı otlar kaynatılmış. Tüm bu yapılanlar padişaha fayda etmemiş. Kuşların neşeyle cıvıldaştığı bir sabah padişah gözlerini yummuş, bir daha da açamamış. Padişahın ölümüyle birlikte ülke yasa bürünmüş. Kuşlar susmuş, nehirler daha yavaş akmaya başlamış....

Birkaç gün içinde yeni padişahın kim olacağı belirlenmiş, halka duyurulmuş. Yeni padişah tahta çıkışının şerefine ziyafetler vermiş, sokaklarda şenlikler düzenlemiş. Halkı da bu eğlencelere katılmaya zorlamış. Halk, eski padişahının yasını tutarken bu eğlencelerden hiç keyif alamamış. Zaman geçtikçe padişahın zalimlikleri görülmeye, duyulmaya başlanmış. Kendisini eleştiren herkesi tek tek idam ettiriyor, sabahları biraz fazla öten kuşları vurduruyormuş. Halkı korku sarmış. Ülkenin o eski, mutlu halinden eser kalmamış...

Bu ülkede, mutsuz mu mutsuz bir cüce yaşıyormuş. Herkes onunla dalga geçiyor, kimse onun üzülmesini önemsemiyormuş. Ne yaptıysa boyunu uzatmayı beceremeyen cüce, en sonunda padişaha gitmeye karar vermiş.

“Bu işi yapsa yapsa padişah yapar, koskoca padişah. Nefesi kuvvetlidir!”

Saraya gitmek için hazırlanmış, en yeni kıyafetlerini giymiş. Umutla yürümeye başlamış. Yolda gördüğü tanıdıklarına da bu durumu anlatmış. Herkes “Gitme.” diyormuş. “Geçenlerde olanları duymadın mı?” Cüce vazgeçmemiş. Yürümüş, yürümüş... Yorgun argın sarayın kapısına varmış. Kapıdaki muhafızlar onun haline acımış ve onu saraya almışlar. Bir köşede oturarak padişahı beklemeye başlamış. Padişah göründüğünde heyecandan ne yapacağını bilememiş. “Padişahım! Padişahım! Bana yardım et padişahım!” Padişah başta sesin nereden geldiğini anlayamamış. Sonra cüceyi fark edince şaşırmış. Sert bir ses tonuyla “Ne oldu be adam? Ne istiyorsun?” diye sormuş. Cüce, padişahtan onun boyunu uzatmasını istediğini söylemiş. Böyle bir istekle ilk kez karşı karşıya kalan padişah ne diyeceğini bilememiş. “Ben bunu yapamam.” demeyi padişahlığına yakıştıramamış. “Şimdi git, yedi gün sonra bu saatte gel.” demiş cüceye. Cüce mutlulukla, hoplaya zıplaya saraydan ayrılmış.

Cüce saraydan ayrıldıktan sonra padişah bu işi nasıl çözeceğini düşünmeye başlamış. Bir gece tam uykuya dalacakken aklına bir fikir gelmiş. Tüm sarayı bağırarak uyandırmış. “Bana derhal boyu uzun gösteren bir ayna bulun!” demiş. “Yarın saat ikide adam gelecek. O saatte ayna burada olmazsa hepinizi kılıçtan geçiririm!” Ertesi gün olmuş. Cüce neşeyle, hoplaya zıplaya saraya gelmiş. Onu bekleme odasına almışlar. Padişah da yanına gitmiş. “Bekle bakalım adam, birazdan boyunun uzadığını göreceksin.” Cüce heyecanlanmış. Birkaç dakika sonra odaya devasa bir ayna gelmiş. Cüce aynaya bakmış. Mutluluk çığlıkları atmaya başlamış. Padişaha binbir teşekkür etmiş, ayaklarına kapanmış. Padişah bu durumdan oldukça memnun olmuş. Cüce danslar ede ede saraydan ayrılmış.

Cüce gittikten sonra padişah aynada kendine bakmak istemiş. “Bakalım daha heybetli nasıl görüneceğim?” Aynayı tekrar getirmişler. Padişah kendine baktığında bir de ne görsün? Ayna normal ayna, boy aynı boy. İşte o zaman cücenin korkudan kendisine öyle davrandığını anlamış. Halkı bu kadar korkuttuğu için çok üzülmüş. Bundan böyle ülkenin mutluluğu için çalışacağına dair herkese söz vermiş. Tüm bunların cüce sayesinde olduğunu öğrenen halk cüceyi bağrına basmış. Artık kimse onla dalga geçmiyormuş. Cüce mutlu, halk mutlu...