Şiir, Türk toplumunun milli sanatıdır. İlk yazılı metinlerde dahi bir dizelik şiir parçalarına rastlayabiliyoruz. Onun özel kılan ise az sözle çok şey ifade etmesidir. Okurken sağladığı kafiye ile akılda kalması ve insanın en derin duygularını içinde barındırması yani insanın kendisini bulması şiirin binlerce yıldır var olmasına ve el üstüne tutulmasını sağlamıştır. İslamiyet’in kabulünden sonra özellikle Osmanlı dönemini içinde barındıran 15.yy.dan itibaren kültürümüzde yoğun bir şekilde hissedilen Arap ve Fars kültürü şiirde en ağır ve en belirgin etkisini göstermiştir.


Milli veznimiz olan hecenin yanına Farslardan aldığımız aruz vezninin gelmesi ve ağır Arap-Fars tamlamaları şiiri bir süre sonra tamamen anlaşılmaz hale getirmiştir. Mülemma şiir denilen çok dilli şiirlerin yaygınlaşmasıyla bu şiiri ne Arap ne Fars ne de Türk tam olarak anlayamıyordu.Ancak gelin görün ki bu etkenler bu yazılan şiirin kötü olduğu manasını taşımaz. Sıradan halkın birçoğu bu şiiri anlayıp ve okuyamadığından dolayı divan şiirini yazanlar üst kesime hitap ve kalitesini bu seviyeye çıkarmak zorundaydı aksi takdirde divan sanatçıları içinde var olunması çok zordu. Aruzun kelimeleri üstten ve yandan sınırlamasının verdiği ahenk şiiri okuyanlara harika hazlar veriyor ve insana ''İşte bu,bir şiirdir.'' dedirtiyordu.


Osmanlının reformu denilen Tanzimat döneminden itibaren hemen hemen her konuda yenilikler aranmış Osmanlının içinde bulunduğu durumun sorumlusunun eski olan her şey olduğu görüşü ile gelenekselleşmiş olanın ‘gelişmiş’ görülen yenileriyle değiştirilmesi uğraşı yoğunlaşmıştır. Şiirde ise başta dilin sadeleşmesi için uğraşılmış ancak başarılı olunamasa da konuya uygun başlık bulma, gelenekselleşmiş kaside ve gazelin bölümlerinin atılması, kadın/erkek herkesin kullanmak durumunda olduğu divan edebiyatının mazmunlarının birçoğu çıkartılmasında başarı sağlanmıştır.


Asıl büyük değişim Servet-i Fünun döneminde yaşanacaktı. Dil olarak her ne kadar daha da ağırlaşsa da bu dönemde aruzun kullanımında değişmeler görülmüş ve batıdan sone, terza-rima gibi nazım şekilleri getirilmiştir. Divan edebiyatında pek rağbet görmeyen müstezat, Tevfik Fikret tarafından serbest müstezat adıyla yeniden düzenlenmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Anjanbman denilen şiirdeki anlamın diğer dizelere kayması yöntemi ise geçmişte yapılanlara nazaran şiire en büyük darbe olmuştur. Yazının başında bahsettiğimiz üzere şiir tek dizede dahi insanı başka mecralara götürebilen ve oradan bir daha geri gelemememize sebep olan bir tür ancak anlamın ikinci dizeye kayması daha çok kelime anlamına geliyordu ve mısranın ikiye bölünmüş bir cümle haline gelmesine neden oluyordu. O dönem divan geleneğini yıkmak adına yapılan bu yeniliklerin belki de şiirin zeminini kaydırdığının farkına bile varılmamıştır. Farkına varılamamasının nedenlerinden biri ise dönemin şair/yazarların oldukça maharetli olmasıydı. Evet, Şinasi gazel ve kasidenin bölümlerini atmış; evet,Fikret anlamı birkaç dizeye yaymıştı ancak bunlar o kadar kaliteli işlerdi ki kanıksanmadı aksine insanları kendine hayran bıraktı. Asıl sorun bu tarzın artık piyasaya girmiş ve herkesin kullanabilecek duruma gelmiş olmasıydı. Anlamı az sözde tamamlama maharetinde olmayan kişilerin de bu yolla şiire girmesiyle birlikte şiir yazmanın, şair olmanın yetenekli kesime ait olma özelliği kalkmış bulunuyordu.


Gelişen dönemde yeni devletle birlikte aruzun kullanımı azınlıkta kalmış, hece cumhuriyetin başlarında kullanılsa da daha sonra serbest nazma dönülmüş, serbest nazımla yazılan şiir döneminde şiirde anlatılmak istenen satırlarca hikâyeleştirilmiş, bahsedilen konu ne kadar uzatılabiliyorsa o kadar alt satırlara sarkıtılmıştır.


1941 yılına gelindiğinde Garip ismi altında birleşen sanatçılar kendilerinin bile tam olarak uygulayamadığı ‘şiirde kuralsızlık’ düşüncesini şiire sokmakla Türk şiirinin kafasına huni takmışlardır demek pek de yanlış olmaz. Anlamın, kafiyenin, konunun, şiir nedir diye sorulduğunda sayılabilecek hiçbir şeyin olmadığı bu görüş arkasında silinmeyen tozlar, çıkartılamayacak kirler bırakmıştır. Oturup şu andan baktıklarında bu işe hiç girişirler miydi? Ya da onlardan sonra şiirin bu şekilde gelişeceğini tahmin ederler miydi? Buruk sorular… Ve bu sorular bize satırlar eskitmeye devam ettireceğe benziyor.


Günümüz şiiri için artık şiir diye bahsetmek adetten kalmış olsa gerek çünkü incelediğimizde bunların artık kısa öykücükler olduğunu görüyoruz. Zaten hepsinin birbiriyle aynı olduğunu gördüğümüz bu şiirler estetikten uzak yazanın canı sıkıldığında alt satıra geçtiği manzum hikayeler bütünü konumunda.


Bu duygudan maddeye geçişin bir tezahürü mü yoksa ?